TAM SYMPOSIUMS

The Vefa District

03 November 2006 Salon: VEFA SALONU

Sempozyum Pazar günü yapılan altı oturumla tamamlandı. Son oturumda değerli hocalarımız Mehmet Genç, Selçuk Mülayim, İlber Ortaylı ve Süha Göney'in konuşmalarını dinledik.

 

 

Sempozyumun üçüncü günü gerçekleşen beş oturumda sunulan tebliğlerle, değerli ilim adamlarımızın söz aldığı “Bir Semti Çalışmak” başlıklı panelden edindiğimiz bilgileri size de aktaralım:
 
 “Vefa’nın Sosyal Kurumları” oturumunda üç tebliğ sunuldu:
Uzman-Sanat Tarihçisi Pınar Bolel Koç Dünden Bugüne Vefa Bozacısı başlıklı tebliğinde bozanın tarihçesine yer verdi: “İlk kez Orta Asya Türkleri tarafından kullanılan boza, daha sonra Kafkas ve Balkanlarda da yaygınlaştı. Horasan’dan gelen Sarı Saltuk bozayı Anadolu’ya taşımış oldu. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin İstanbul kısmında bozayı 4–5 sayfa ayırmış, burada bozanın tatlı olan ve olmayan türleri, İstanbul’daki tatlı boza dükkânları hakkında bilgiler vermiştir. Vefa Bozasının ise bozalar arasında önemli bir yeri vardır. Bu bozayı markalaştıran kişi Yugoslavya’nın Pirizen kentinden İstanbul’a gelen Hacı Sadık Bey’dir. İmal ettiği bozanın, saray çevresi ve halk tarafından aranan bir tat halini almasıyla bir süre sonra bugünkü dükkânı açarak ve 1876’da işletmelerini kurumsallaştırmışlardır. Bozayı çok fazla ekşitmeden, içimi kolay bir şekilde yapması ve bozayı mermer küplerde koruyarak koku yapmamasını sağlaması Vefa Bozacısı’nı bu kadar popüler yapan husustu. 1960’lı yıllarda Hacı Sadık Bey’in torunları şirketi kolektif şirket statüsüne getirdiler.” Koç, konuşmasında boza yapımıyla ilgili bilgiler de verdi: Hammadde olan darı öğütülür, irmiği alınır, hamur kaynayacak kıvama getirilir. Çok uzun süre büyük kazanlarda pişirilir. Çıkarıldıktan sonra içilecek kadarı şekerlenip mayalanır. Bu mayalanan kısmın, 6-7 gün içinde tüketilmesi gerekir. Bozada herhangi bir katkı maddesi yoktur ve A, B, D, E, vitaminlerini içerir.
Onsekiz Mart Üniversitesi Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü’nden Yrd. Doç. Latife Aktan Vefa’da Çinili Bir Mekan: Dr. Şevket Apartmanı başlıklı tebliğinde Vezneciler’de bulunan ve dış cephesi Kütahya çinileri ile kaplı Dr. Şevket Apartmanı’na yer verdi.
Araştırmacı-Yazar Mehmet Ali Gökaçtı, şu anda İstanbul amatör spor kulübünde yer alan ve 98. spor yılını yaşayan Vefa Spor Kulübü’nün yaklaşık 100 yıllık tarihini ele aldı: “1904’te İstanbul’da kurulan futbol ligine ilk olarak Galatasaray (1905), ardından Fenerbahçe (1908) katıldı. Meşrutiyet’in ilanının ardından hemen hemen her mahallede bir spor kulübü kuruldu. Vefa Spor Kulübü de bu dönemde Vefa İdadisi’nin öğrencileri tarafından kurulan ve daha çok sosyal amaçlı bir kulüptür. Bir süre sonra semtteki diğer takımlarla birleşen kulüp, Vefa İdman Yurdu adını alır, ardından da Edirnekapı Spor Kulübü’yle birleşir. Vefa Spor o gün için İstanbul’da kurulan dört ya da beş kulüpten biriyken, 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla giderek zayıflar. 1948’de Voleybol şampiyonasında Türkiye şampiyonu olur. 1950’lerden sonra kendi kendine ancak ayakta kalabilen kulüp, 1974’te zorlu bir mücadeleden sonra lige veda eder. Kulüp şu anda amatör ligde ve tekrar lige dönebilmek için çalışıyor.”
 
“Osmanlı Vefa’sında Sosyal Doku” oturumunda üş tebliğ sunuldu:
Araştırmacı-Yazar Ferda Mazak, Tarihimizde Esnaf ve Vefa Esnafı başlıklı tebliğinde Vefa semtinin, İstanbul’un fethinden sonraki ilk yerleşim yerlerinden olması hasebiyle eski bir maziye sahip olduğunu belirtti. Semte, ilim ve tasavvuf erbabının yerleşmesiyle sosyal hareketliliğin sağlandığını, ticari faaliyetlerin yoğun bir şekilde yaşandığı alanlara yakınlığı dolayısıyla da oldukça önem taşıyan bir semt olduğunu vurguladı. Vefa meydanının esnaf ve sanatkarların sanatlarını icra ettikleri bir alan olduğu ifade eden Mazak, arşiv belgelerine dayanarak Vefa meydanında meslek icra edenlerin Vefa’nın sosyal ve iktisadi hayatına ne şekilde yön verdiğini de ele aldı.
Vefa’da Su Kullanıcıları konulu sunumuyla İktisat Tarihçisi Dr. Fatma Şensoy, burada meskun halkın su kullanımı hakkında bilgiler sundu. Su ile ilgili her şey kayıt altına alındığından, 16. yüzyıla kadar giden su nazırının defterleri ile Şer’iyye Sicilleri içinde yer alan Mâ-i Leziz Defterleri’nden hareketle Şensoy, Vefa’daki sosyal yaşamın izini sürmeye çalıştı. Bu su defterlerinden, suyun tasnifi, şehre bırakılan suyun hangi tesise bırakıldığı, mülk sularının halka alım-satımı, kiralanması, mirasa konu olması, vakfa ayrılan suyun ne şekilde değerlendirildiğine ilişkin sunduğu detaylı bilgilerle suyun, nasıl bir ekonomik meta olduğuna işaret etti. Ayrıca, defterlerde yer alan belgelerdeki semt sakinlerinden örnekler verilerek yaşanmış gerçek hayatlardan da kesitler sunuldu.        
Marmara Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Tarkan Oktay, II. Meşrutiyet dönemi İstanbul Belediye Seçimlerinde Vefa Bölgesi Seçmen Profili adlı tebliğinde bize, Vefa semtinin sakinleri hakkında, seçimler vesilesiyle ekonomik, demografik, kişinin bulunduğu vergi dilimi gibi yine sosyal dokuya ilişkin önemli ipuçları sağlayan bilgiler serdetti. O dönemdeki işleyiş, seçme-seçilme şartları gibi konularda izahatta bulundu. Ağırlıklı olarak Müslümanların yaşadığı ve özellikle nüfus bakımından yoğun bir bölge olan Vefa semtinde Oktay örnek olarak, Molla Hüsrev Mahallesi’nin seçmen profili bakımından daha varlıklı, daha yüksek vergi veren ve en çok seçmen potansiyeline sahip mahalle olduğunu ortaya koydu.
 
“Vefa Semti ve Tabii Afetler” oturumunda üç tebliğ sunuldu:
Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Yrd. Doç. Fatma Ürekli, İstanbul Depremlerinin Vefa Semtine Etkileri başlıklı tebliğinde 1509, 1766 ve 1894’te meydana gelen büyük İstanbul depremlerinin özellikle Vefa üzerindeki etkilerini konu aldı. “‘Kıyamet-i suğra’ da denilen, 20 Ağustos 1509’da İstanbul’da meydana gelen ve aralıklarla 40 gün devam eden depremde Topkapı Sarayı zarar görmüştür. 1766 yılının Kurban Bayramı’nın üçüncü günü gerçekleşen depremde ise can kaybı daha az olsa da sarsıntılar üç ay devam etmiştir. Merkez üssü Eminönü-Vefa civarı olan 1894 depremine ‘zelzele-i azime’ denmiştir. Depremden en fazla Vefa etkilenmiş olup kargir binaların çoğu yıkılmış; Beyazıd, Eminönü, Fatih, Topkapı, Balat, Kapalıçarşı ciddi hasar görmüştür. Devlet daireleri çalışamaz hale gelmiştir. Şeyh Vefa Camii de tahrip olmuştur. İnsanlar ahşap bina yapmaya yönelince bu kez de yangınlar artmaya başlamış; bu sebeple binaların yalnızca üst kısmının ahşap yapılmasına izin verilmiş ve binaların arasına yangın duvarı konması şart koşulmuştur. Depremden sonra rasathaneye önem verilerek Avrupa’dan uzmanlar getirilmiştir. Halkı bilinçlendirmek için okullara temel dersler konması gündeme gelmiştir.”  
Kafkas Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Yrd. Doç. Kemalettin Kuzucu, tebliğinde Osmanlı Dönemi İstanbul Yangınlarında Vefa’yı konu aldı. “1660 yangınında Vefa bölgesinde tahribat büyüktür. Su bentleri, değirmenler yanar, ekmek yokluğu baş gösterir. 1693’te Molla Gürâni ve Şeyh Ebu’l-Vefa mahalleleri yanar. ‘Harik-i kebir’, ‘ihrak-ı azim’ de denilen bu yangın Saraçhane’ye kadar uzanır. 1840 yılında Vefa Hanı’nda çıkan yangının ardından hükümet, bekâr hanlarında kefil suretiyle oturulmasını karara bağlar. 30 Haziran 1918 yangını ise Vefa’yı bitiren bir yangındır. Bu yangının çıkış sebebinin ise İngilizler olduğu söyleniyor. Yangından sonra toplanan 400 bin lira yardım parasına itilaf devletleri el koyar. Para bir şekilde geri alınsa da, bu sefer Tayyare Cemiyeti el koyuyor. 1600 ve 1700’lü yıllarda çıkarılan yangınlar ise evlerdeki yazma eserlerin kaçırılmasıyla sonuçlanır.”
Sosyolog Müfid Yüksel, Vefa Semti ve Modernleşme Sürecinde Kaybolmuş Osmanlı Eserleri başlıklı tebliğinde modernleşme ile meydana gelen değişimi ele aldı. “Özelikle tek parti döneminde tarihî eserlerimizin pek çoğu yıkılmaya yüz tuttu. 1980 sonrasında Atatürk Bulvarı açıldığında Vefa-Zeyrek bölgesi darbe aldı, tarihî eserler zarar gördü. Manifaturacılar Çarşısı ve Sosyal Sigortalar’ın açılması ise pek çok eserin olumsuz yönde etkilenmesini beraberinde getirdi. 60’lı yıllardan sonra ahşap binaların yıkılıp yerine betonların yapılması ise semtteki bir diğer önemli değişimdir.”
 
“Vefa’nın Yarını” oturumunda dört tebliğ sunuldu:
İBB İstanbul Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’nden Prof. Cengiz Eruzun Süleymaniye Projesi’ni anlattı. “Tarihî yarımadanın bütünü daha önce sit alanı ilan edildi. Yapılan binalar bu yüzden koruma amaçlıdır. Süleymaniye Projesi’ndeki temel amaçlarımız şunlardır: tarihî kültür varlıklarını koruma, yaşatma ve gelecek nesillere sunma; yapı malzemesi olarak geleneksel yapıyı ön plana çıkarma; kaçak yapılaşmada eski problemleri giderme; binaların katlarıyla ilgili sınırlamalar getirme; tescilsiz yapılar içinde yer alan betonarmelerin ve sur içindeki kaçak yapılaşmanın önüne geçme; kültür varlığı adına yapılan sahtecilikleri önleme ve özgün malzeme kullanılmasını sağlama; tarihî yarımadada yaşayan ama tarihsel dokulardan hoşlanmayan, sadece ucuz olduğu için ikamet edenleri sur dışına taşıma.”
Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal mühendisliği Enstitüsü’nden Prof. Hikmet Üçışık, Maziden Bugüne Vefa Semti Önemi ve İstikbali: “Vefa Üniversitesi” başlıklı tebliğinde, bu semti kurtarmanın yolu olarak burayı ilim merkezi haline getirilmesi gerektiğini vurguladı. Zira ‘şerefü’l-mekân bi’l-mekîn’dir. Üçışık’a göre, İstanbul Üniversitesi bu anlamda başarılı olamadı; zira yapılması gereken lisans düzeyinde değil, lisansüstü düzeyinde bir kurumu burada açmaktır.
İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Yücel Bulut, Vefa ile ilgili yaptıkları atölye çalışmalarının sonuçlarını Vefa Semtinin Sosyal Yapısı başlıklı tebliğinde ortaya koydu. Buna göre, “Vefa’nın profil çıkarma noktasında epeyce bir birikime ulaştık. Burada bekâr evleri, esnaflar ve aileler bulunuyor. Bekâr odaları en önemli fenomenlerden birisi. Vefa’nın iş merkezlerine yakınlığı, ekonomik olması ve ulaşımının kolay olması sebebiyle dönemsel olarak memleketteki ailelerini geçindirmek üzere gelenler, en ucuz şekilde Vefa’da kalmayı tercih ediyorlar. Bunlar Vefa’da en çok rahatsızlık uyandıran kesim ama onların da sorunları var. Vefa, 1950’lerden itibaren göç alıyor ve hâlâ göç devam ediyor. Buna paralel olarak nüfus yapısı da sürekli değişiyor. Mesela 1950’li-60’lı yılları arası Siirtliler yoğunluktayken, bugün ciddi bir Diyarbakırlı yoğunluğu görmekteyiz.”
Kendisi yurtdışında olduğu için sempozyuma bizzat katılamayan İstanbul Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Bölümü’nden Dr. Hasan Şenocak’ın, Vefa’daki işyerleri ve işyeri sahiplerinin incelendiği Günümüz Vefa’sında Esnaf ve İşyerleri tebliğinde şunlar belirtildi: “Vefa’daki işletmeler genellikle küçük ve orta boy işletmeler. Buradaki insanların eğitim durumu genellikle ilkokul düzeyinde, ilkokul mezunu olmayanlar ise okur-yazar. Üniversite ve lise mezunu oranının ise Türkiye ortalamasıyla aynı olduğu söylenebilir. Doğum yerleri Doğu ve Güneydoğu illerimiz. Fiziksel yapı ve insan ilişkileri dolayısıyla bu semtte yaşamaktan dolayı memnuniyetsizlikleri had safhada. Buradaki işyerleri genellikle nalburiye, kırtasiye ve berber. Haftanın altı günü çalışıyorlar, günlük çalışma süreleri ise 10–12 saat, yani yasal zorunluluğun üstünde. Herhangi bir sosyal güvenceleri ise bulunmuyor.”   
 
Sempozyumun kapanış “Bir Semti Çalışmak” başlıklı panelle yapıldı. Panele katılan Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Prof. Selçuk Mülayim, “Terk et beni artık yetişir, sende vefa yok” dizeleriyle konuşmasına başladı ve şunları söyledi: “Vefa her yere yakın ama hiçbir yere dâhil edilmeyen bir kültür dairesi. Burayı nasıl tanımlayacağız? 1918 depreminden sonra bu semt ucuzladı. Sözel tarih ise bizde geç fark edilen bir tür. Asla sırtımızı dönemeyeceğimiz bir gerçek var: Başımız belada… Yalnız Üsküdar’ıyla, Vefa’sıyla, Eyüp’üyle değil; Sinop’uyla, Sivas’ıyla hangi cepheye koşmamız gerektiğini tespit etmeliyiz.”
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. İlber Ortaylı ise şunları vurguladı:“İstanbul’da İstanbullular yok. Bu iş senetle, sepetle olmaz. Bu, gönül ile olacak bir iş. Diyarbakır’da oturan biri İstanbullu olabilir ama mesela İstanbul’da oturan biri İstanbullu olmayabilir. İstanbul İstanbullulara bırakılamayacak kadar önemli bir mesele. Okumuş Türklerin en büyük vasfı okudukları liseye ve üniversiteye, mezun olduktan sonra bir daha adım atmamalarıdır.”
İstanbul Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nden emekli Prof. Süha Göney, “Semt ve mahalle çalışmak iyi bir analiz ünitesi olabilir mi? Cevabım olumludur. Şehir bir bütündür. Bir semti çalışmak mutlaka bir fikir verir. Ama tabii her zaman tam olmayabilir. Önemli olan çalışmaların, şehrin bütünüyle koordineli olmasıdır. Şehir ve semt birbirinden karşılıklı olarak etkilenir. Vefa semti de İstanbul’dan çokça etkilenmiş ve etkilemiştir.” dedi.  
 
Panelin ardından üç günlük Vefa Sempozyumu başarıyla sona erdi. Semtin ihyası hususundaki bu çabaların sonuca ulaşmasını temenni eden misafirlerimiz, üç gün boyunca Vefa Bozacısı'nın sponsorluğunda ikram ettiğimiz bozaları yudumladılar.

 

EDITOR'S CHOICE

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


FOLLOW US

Add your e-mail address here to be informed about our programs (seminars, symposiums, panels, etc.).