Fel­se­fî Açı­dan İyi’ye Eğit­mek Doğ­ru’yu Öğ­ret­mek

İh­san Faz­lı­oğ­lu

 30 Ha­zi­ran 2008           
De­ğer­len­dir­me: Ner­min Te­ne­ke­ci
 
Üni­ver­si­te te­ma­sı et­ra­fın­da, 30 Ha­zi­ran - 5 Tem­muz ta­rih­le­ri ara­sın­da ve­ri­len Yaz se­mi­ner­le­ri­nin il­ki­ni İh­san Faz­lı­oğ­lu sun­du. Faz­lı­oğ­lu “Fel­se­fî Açı­dan İyi’ye Eğit­mek Doğ­ru’yu Öğ­ret­mek” baş­lık­lı ko­nuş­ma­sın­da üç kav­ram üze­rin­de dur­du: ter­bi­ye (eği­tim), ta­lim (öğ­re­tim) ve te­dib (edep). Kav­ram­la­rın kla­sik kül­tü­rü­müz­de­ki ta­ri­hî sü­re­ci­ne de­ğin­di ve ko­nuy­la il­gi­li fel­se­fî ana­liz­ler­de bu­lun­du.
Kı­sa­ca, -pe­da­go­jik ay­rım­lar et­ra­fın­da- ter­bi­ye­yi dav­ra­nış­ta, ta­li­mi bil­gi­de or­ta­ya çı­kan bir sü­reç ola­rak de­ğer­len­di­ren, ede­bi ise iki­si­nin ter­ki­bi, dav­ran­ma­sı­nı ve dü­şün­me­si­ni bil­mek ola­rak ta­nım­la­yan Faz­lı­oğ­lu, su­nu­mun­da özet­le şu gö­rüş­le­re yer ver­di:
İn­san esas iti­ba­riy­le iki kat­man­lı bir var­lık­tır; bir ta­bia­tın ve bir ha­ya­tın içi­ne do­ğar. Akil ba­liğ ol­du­ğun­da bir ki­şi­lik ge­liş­ti­rir. Ta­lim, ter­bi­ye ve edep bu iki kat­ma­na da­ya­nır. Ta­bi­at, bü­tün can­lı­lar­la or­tak olan bir ya­pı, ha­yat ise sa­de­ce in­san tü­rü­ne ait, fi­zi­ğe da­ya­lı ama fi­zi­ğin de üs­tün­de bir var­lık ala­nı­dır; do­ğa­sı ge­re­ği top­lum­sal­dır. Do­la­yı­sıy­la in­san mo­dern fel­se­fe­nin id­di­a et­ti­ği­nin ak­si­ne, bi­rey­sel de­ğil top­lum­sal bir var­lık­tır; bi­rey­sel­lik bir id­rak sü­re­cin­de or­ta­ya çı­kar. Ter­bi­ye, ta­lim ve te­dib bu in­san­laş­ma sü­re­ci­dir.
Ter­bi­ye ne­den­siz bir öğ­re­tim­dir, or­ga­nik ve bü­tün­cül­dür. Ait ol­du­ğu­muz kül­tü­re ve alt kül­tür­le­re gö­re de­ği­şik­lik­ler gös­te­rir. Top­lum­sal ha­ya­tın kur­gu­su o ka­dar kar­ma­şık­tır ki her ye­rin (ev, iş, okul, si­ya­set or­ta­mı vs.) ken­di­ne ait bir an­lam dün­ya­sı var­dır. Ter­bi­ye, in­sa­nı doğ­du­ğu top­lu­mun an­lam ve de­ğer dün­ya­sı­na, eş­yay­la te­mas kur­ma bi­çi­mi­ne gö­re ‘eğip bü­ker’, ‘yon­tar’. Ne­den­siz ol­du­ğu için, ter­bi­ye­de esas olan ‘ör­nek’ol­mak­tır; bir reh­ber, bir ör­nek şah­si­yet is­ter.
So­nuç­ta ter­bi­ye top­lum­da­ki dav­ra­nış sü­rek­li­li­ği­ni sağ­lar. İn­san­laş­ma sü­re­cin­de kül­tü­rün eş­yay­la iş tut­ma, te­mas kur­ma tav­rı­nı/tar­zı­nı be­lir­ler. Bu açı­dan it­hal ve ge­liş­miş kül­tür di­ye bir ay­rım yok­tur; el­li ki­şi­lik bir ka­bi­le kül­tü­rün­de de bir ter­bi­ye sü­re­ci var­dır.
Ta­lim, adı üze­rin­de “bil­gi ver­me” işi­dir. Ak­la da­ya­lı bir sü­reç ol­du­ğu için ne­den­li­dir. Ter­bi­ye­de bir kül­tü­rün iyi ve kö­tü yan­la­rı gös­te­ri­lir, ta­lim­de ise eş­ya­nın doğ­ru ve yan­lış ta­raf­la­rı öğ­re­ti­lir. Dü­şün­cey­le, akıl­la iliş­kin ol­du­ğu için ör­nek is­te­mez. Ter­bi­ye tüm ha­ya­ta ya­yı­lan ve yol­da, oto­büs­te, ai­le­de… ka­za­nı­lan bir sü­reç iken, ta­lim ta­rih bo­yun­ca hep bir yer (mes­cit, mek­tep, med­re­se, okul vs.) ve de­ği­şik ör­güt­len­me­ler ge­rek­tir­miş­tir. Top­lum­la­rın dav­ra­nış sü­rek­li­li­ği­ni ter­bi­ye, dü­şün­ce sü­rek­li­li­ği­ni ise ta­lim sağ­lar. Ter­bi­ye, ya­zı­lı bir me­tin ge­rek­tir­mez­ken, ta­lim me­tin esas­lı­dır; ko­lek­tif ha­fı­za­nın bel­len­me­si ve bi­rey­le­re ye­te­nek­le­ri ora­nın­da ak­ta­rıl­ma­sı­dır çün­kü. Bir ko­lek­tif ha­fı­za ne ka­dar ge­liş­miş­se, o kül­tü­re men­sup bi­rey­le­rin öğ­re­ti­mi de o ka­dar ge­liş­miş­tir. Bu ne­den­le bü­tün kül­tür­ler kü­tüp­ha­ne sa­hi­bi ol­mak­la övü­nür.
Te­dib (edep) ise, ter­bi­ye ve ta­li­min (dav­ra­nış ve dü­şün­ce­nin) bir­le­şi­mi­dir. Bir­çok an­la­mı ol­ma­sı­na rağ­men, en te­mel­de in­sa­nın ‘iyi’ adı­na be­nim­se­di­ği şey­le­rin top­la­mı­dır. La­tin­ce­ye ‘hü­ma­nizm’ ola­rak çev­ril­miş­tir: in­san bi­lim­le­ri. Bu ne­den­le es­te­tik bir ka­rak­te­ri var­dır ve es­te­tik bi­li­mi­nin (ta­ma­mı­nın öz­de­şi de­ğil­se de) bir tür kar­şı­lı­ğı­dır. İyi ve doğ­ru, dav­ra­nış ve dü­şün­ce­ye yan­sı­tı­la­maz­sa edep ger­çek­leş­mez. Ter­bi­ye­de­ki ‘iyi’ye ve ta­lim­de­ki ‘doğ­ru’ya, edep­te ‘gü­zel’ kar­şı­lık ge­lir.
Ge­le­ne­ği­miz­de he­men her şe­yin bir âdâ­bı var­dır. Nef­sin âdâ­bı ah­lâk, ak­lın âdâ­bı man­tık, di­lin âdâ­bı ise en uy­gun tarz­da ko­nuş­mak­tır; dil ve ede­bi­yat bi­lim­le­ri­ni bil­mek­tir. Ni­te­kim ede­bi­yat il­mi (ilm-i edeb) kla­sik ge­le­nek­te dil bi­lim­le­rin­den baş­lar, çün­kü ko­nuş­ma esas alı­nır. Edep üst bir sis­tem­dir ve bü­yük oran­da şe­hir kül­tü­rün­de or­ta­ya çı­kar.
Kül­tü­rü­müz­de ter­bi­ye­nin ni­ha­i ama­cıkalb-i se­lim, ta­li­min ama­cı akl-ı se­lim,te­di­bin ama­cı ise zevk-i se­lim bir in­san ya­rat­mak­tır. Bu üç se­lim sa­hi­bin­de, bun­lar me­le­ke ha­li­ni al­mış­tır.
Faz­lı­oğ­lu ko­nuş­ma­sı­nın son bö­lü­mün­de, ter­bi­ye, ta­lim ve edep­le bağ­lan­tı­lı ola­rak te­fek­kür kav­ra­mı­na yer ver­di:
İn­san­lar bü­yük oran­da top­lu­mun ken­di­si­ne ver­di­ği ter­bi­ye, eği­tim ve edep­le sı­nır­lı­dır. Bu çer­çe­ve­nin dı­şı­na çı­kan­lar ha­ki­ki ma­na­da ‘ki­şi’ ol­muş, bi­rey­sel­leş­miş, ‘o’ ha­li­ne gel­miş­ler­dir. Bu ki­şi­ler (be­şe­rî ma­na­da pey­gam­ber­ler, sa­nat­çı­lar, din adam­la­rı, bil­gin­ler, fi­lo­zof­lar vs.) top­lum­sal dav­ra­nış ka­lıp­la­rı­nı ve si­ya­sal ya­pı­yı dö­nüş­tü­re­bi­lir­ler. Top­lum­da­ki ya­pı­nın ken­di­sin­den öte, bu ya­pı­yı in­şa eden sü­reç­le mü­ca­de­le eder­ler ve en­te­lek­tü­el ma­na­da ça­tış­ma baş­la­tır­lar. Ya­ra­tı­cı in­san­lar­dır. Dü­şün­ce­yi de­ğil dü­şün­me­yi bi­lir­ler; te­fek­kür eder­ler. En önem­li özel­lik­le­ri ‘öz­gü­ven’dir; an­cak ken­di­ne gü­ve­nen in­san ken­di­si­ni fe­da eder.
Ya­ra­tı­cı in­sa­nın bir oku­lu yok­tur; ki­şi ve ku­rum­lar­ca özel ola­rak ye­tiş­ti­ril­mez. Ter­bi­ye­si, ta­li­mi ve ede­bi güç­lü olan kül­tür­le­rin do­ğal so­nu­cu ola­rak or­ta­ya çı­kar­lar. Bu ne­den­le Av­ru­pa’da da­hi­ler 17. yüz­yıl­da ço­ğal­mış, an­cak bu yıl­lar­da neş­vü­ne­ma bu­la­cak­la­rı ge­liş­miş bir ya­pı­ya ka­vuş­muş­lar­dır.
Es­ki bir söz­dür: “Asıl, an­cak fark­lı ola­na ta­ham­mül eder­se asa­le­ti­ni ko­rur.” Bu açı­dan ‘ay­rı­kot­la­rı’ mu­ha­fa­za edil­me­li­dir. Ne var ki bu da ta­ma­men o kül­tü­rün ör­güt­len­me bi­çi­miy­le ala­ka­lı­dır. Ör­ne­ğin Na­zi kül­tü­rü ve­ya biz­de Cum­hu­ri­yet kül­tü­rü bu­na ta­ham­mül­kâr de­ğil­dir.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.