MOLA

Gazete ve Gazeteci

İlk Devir

Meşhur yangından önce Hocapaşa mahallesinde, daracık bir sokaktayız; iki katlı, her katında iki mercimek oda, bir bakla sofa, çerden çöpten bir evde… Kapıdan girince – basamakları aşınmış, tırabzanlarından birkaçı kopmuş – bir merdivenle karşılaşıyorsunuz. Fakat bundan önce, genzinizi yakan, gözlerinizi sulandıran karma karışık ve çürümüş bir havadan boğulacak gibi oluyorsunuz: Nem, helâ, tutkal, gazlı mürekkep ve soğan sarımsak kokusu!

Aşağıya, dört ayak merdivenle, başınızı kollıyarak indiğiniz zaman içine girdiğiniz tek pencereli, basık tavanlı şu bodrum, “makine dairesi” ve “mürettiphane”dir. Makine nasıl şeydir? Komik bir şeydir; yan tarafında – bir cins kuyu tulumbalarındaki gibi – manivelasına yapışılarak çevrilen bir çarkı vardır; bugün, elektrikli bir kahve değirmeni ondan daha gösterişli, daha şanlıdır; insana bir marifet yapacağı hissini daha iyi verir. Ne motörü var, ne kayışı; ne gösterişi var, ne de zarifliği! Bodur, hantal, kuru, suratsız bir demir yığını… İşler bir âlet olduğuna inanamazsınız!

Sayfalar hazır olunca, bunu harekete getirmek için, mürettipbaşı – sırtında dişli hırka, başında takke, burnunda kulaktan atma fakfon gözlük, gözlüğün burun üstüne gelen yerinde, nasır ve ara yapmasın diye bezden bir küçük sargı, sarı, solgun, sakallı bir adamcağız – dışarıya haykırır:

Karabet! Neredesin? Bırak şimdi ziftlenmeyi, gel, çevir şu mereti.

Karabet Muşlu bir hamaldır. Birkaç beygir kuvvetinde enerjisi olan canlı motör, Diezel markalı değilse de yine zamanın en sağlam yerli motörü odur, kendisidir. Sokak kapısı eşiğine çömelip batırarak yediği soğanla ekmeği kuşağının arasına sokar; gelir, makinenin çarkına yapışır, başlar çevirmeye!

İlk çeviriş için biraz fazla abanmak, zorlamak lazımdır; fakat, sonra: “Dur! Kağıt kaydı!” diye telaşla seslenmezlerse iş tıkırında gider, aksamadan, düzen ve ahenk hiç bozulmadan… Zaten kaç tane basılacak ki? Topu topu üç yüz… En yüksek rakam: Bin! Amma bin tane gazetenin basılması için Karabet, saatlerce işlemek zorundadır: Merdanenin – biteviye el ile mürekkep verilmesi, canlı motörün dinlenmesi, azık, katık ve su alması, makinede aksayan yerlerin düzeltilmesi şartiyle – gidip gelişi, yani çift sayfayı basması ve sonra da arka tarafını tamamlaması, aşağı yukarı sekiz saatlik çalışma ister!. (…)

 

Refik Halid [Karay], Üç Nesil Üç Hayat, İstanbul: Semih Lütfi Kitabevi, 1941 [?], s. 120-121

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.