YUVARLAK MASA TOPLANTILARI

İktisadi Açıdan Türkiye-Ortadoğu İlişkileri

Süleyman Beşli

29 Şubat 2012 Çarşamba 18:15 Salon: ŞAKİR KOCABAŞ SALONU

KAM “Ortadoğu Konuşmaları”nın altıncısında, dış ticaret alanında uzman olan Süleyman Beşli’yi misafir edeceğiz. Son on yılda Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle iktisadi ilişkileri ciddi bir ivme kazanırken ticaret hacmi de hatırı sayılır ölçüde büyüdü. Ancak son dönemde Ortadoğu’da değişen dengeler sadece sosyal ve siyasi yönüyle değil, iktisadi yönüyle de bölge ülkelerini ve Türkiye'yi etkiliyor.  Beşli, “İktisadi Açıdan Türkiye-Ortadoğu İlişkileri” başlıklı konuşmasında “Arap Baharı” ile yeni bir siyasi ve sosyal değişim sürecinden geçen Ortadoğu bölgesindeki iktisadi değişimi ele alarak bu sürecin Türkiye ile ilişkilere pozitif ve negatif etkilerini değerlendirecektir. Toplantı, 29 Şubat Çarşamba günü saat 18.00’de Şakir Kocabaş salonunda gerçekleştirilecektir.

Süleyman Beşli, 1992-1997 yılları arasında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans eğitimi aldı. “The New Geopolitics of Energy” başlıklı teziyle Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı’nda yüksek lisansını 1999’da  tamamladı. Hâlihazırda Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nde doktora çalışmalarına devam etmektedir. Ayrıca 1998’den bu yana profesyonel olarak dış ticaret konusunda, özellikle lojistik, müzakere teknikleri ve sözleşmeler, dış ticarette alternatif finansman teknikleri, pazar potansiyelinin arttırılması konularında çalışmaktadır. 

 

***

Süleyman Beşli: “Türkiye’nin iktisadi büyümesini sürdürebilmesi için Ortadoğu’yla ticari ilişkilerini geliştirmesi gerekir” 

Değerlendirme: Özgür Dikmen

Türkiye’nin bağlarını giderek güçlendirdiği Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerin önemli bir yönünü de iktisadi faaliyetler oluşturuyor. Son dönemde bölge ülkeleriyle Türkiye arasındaki ticaret hacminin hızla artışı, iktisadi faaliyetleri ilişkilerin temel faktörlerinden biri haline getirmiş durumda. İktisadi ilişkilerin incelenmesi, gerek Türkiye’nin bölgede artan siyasi etkisine gerekse “Arap Baharı”na ilişkin kapsamlı bir bakış açısı geliştirilmesinde oldukça önemli. Bu noktadan hareketle KAM “Ortadoğu Konuşmaları”nın altıncısında, dış ticaret uzmanı Süleyman Beşli’den Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle iktisadi ilişkilerini konu alan bir konuşma dinledik.

Mısır’dan İran’a kadar uzanan coğrafyayı Ortadoğu kapsamında değerlendiren Beşli, bölgenin geçmişte Osmanlı Devleti’ne iktisaden bağımlı olduğunu, 19. yüzyılın sonlarında eklemlenme süreciyle birlikte dışa açılmaya başladığını hatırlattı ve 20. yüzyıldaki duruma ilişkin şunları anlattı: Birinci Dünya Savaşı sonrasında yerel özellikler gözetilmeden çizilen sun’i sınırların sadece kültürel ve siyasi değil, kaçınılmaz olarak iktisadi sonuçları da oldu. Bu, bölge ülkelerinin birbirlerine yabancılaşmasına yol açtı; Fransız mandasına giren ülkelerle İngiliz mandasına girenler arasında gerek siyasi gerekse hukuki sebeplerle kopukluklar yaşandı. Yine bu süreç bölgenin çevre ülkelerden kopuşuna neden oldu ki hiç şüphesiz bunlardan birisi de Türkiye’dir. İşte bütün bunların sonucunda iktisadi ilişkilerin siyasi yapıdan bağımsız düşünülemeyeceği bir sistemin ortaya çıktığına değinen Beşli, 1920’lerin başlarından 1940’lara kadar olan dönemde Lübnan-Mısır ticaretinin 600.000’den 200.000 Mısır lirasına düşmesi örneği üzerinden bölge ülkelerinin birbirlerine yabancılaşmasına işaret etti. Bu ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarının, özellikle de Mısır lideri Cemal Abdünnasır’ın 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirmesinin ardından ticari ve iktisadi ilişkilerin geliştirilmesine yönelik çeşitli çalışmalar yapılsa da bölgenin iktisadi yapısından dolayı bunların başarısız kaldığını sözlerine ekledi.

“2010’da Ortadoğu’nun kendi içindeki ticareti 189,8 milyar dolarken dünyanın geri kalanıyla yaptığı ticaret 1,7 trilyon dolar oldu” 

Beşli’ye göre bölgede iktisadi ilişkilerin ivme kazanabilmesi için her şeyden evvel mevcut iktisadi yapının geliştirilmesine yönelik devletlerin inisiyatif almaları gerekir. Ancak bir yanda Mısır ve Suriye gibi yarı diktatörlükle yönetilen pretoryen devletler, diğer yanda krallıklar ve öte yanda Türkiye, İsrail ve Ürdün gibi demokratik sayılan devletler şeklinde bölünmüş üçlü yapıda bunun gerçekleşebilmesi mümkün değildi. Bu durum, Ortadoğu’nun bölge dışıyla olduğu kadar, bölge içi ticari ilişkilerini geliştirmesinin de önünde bir engel olageldi. 2010’da Ortadoğu’nun kendi içindeki ticareti 189,8 milyar dolarken dünyanın geri kalanıyla yaptığı ticaret 1,7 trilyon dolar olarak gerçekleşti. Bu dengesizlik, bölgesel siyasi yapı ve ülkelerin birbirleriyle olan ilişkilerinden kaynaklanıyor. Ayrıca petrolün 1970’lerden sonra dünya piyasasında önemli bir yer etmeye başlamasıyla bölge ülkeleri “petrol ihraç eden” ve “petrol ithal eden” ülkeler olarak ikiye ayrıldı. Petrol ve doğalgaz ihraç edenler “sermaye ihraç eden ülkeler”, petrol kaynağı olmayanlar “emek/işçi ihraç eden ülkeler” haline geldiler ki bu da ciddi dengesizlik faktörlerinden birisi. Zira Mısır hariç hiçbir Arap ülkesinin sanayi altyapısı yok. Bu haliyle piyasalar petrolün fiyat hareketliliğine bağımlı durumdalar. Bölgenin bir diğer özelliği ise istikrarsızlık. Bu durum hem bölge ülkeleriyle ve çevre ülkelerle iktisadi ilişkilerin istenilen düzeye ulaşmasının hem de yabancı sermaye akışının önünde bir engel olarak duruyor.

Beşli, bu genel girişin ardından Türkiye’nin -gerek dış politika çizgisiyle gerekse küresel ekonomi politikle belirli bir paralellik arz eden- bölge ülkeleriyle iktisadi ilişkilerine geçti. 1970’lerde uygulanan ithal ikameci politikalarla belirli bir sermaye birikimi ve üretim kabiliyetine ulaşan Türkiye, bu dönemde gerek Petrol Krizi gibi uluslararası meseleler gerekse Kıbrıs Barış Harekâtı gibi siyasi konuların da zorlamasıyla 1980’lere gelindiğinde neoliberal politikalara yöneldi. 1980’den sonra Türkiye’nin dışa açık büyüme modelini takip etmesiyle beraber bir ihracat patlaması yaşandı. Petrol fiyatlarının da yüksek seyrettiği bu dönemde Ortadoğu’yla ticaret hacminde ciddi bir artış görüldü. Ancak 1985’e doğru petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’yla ticari ilişkileri tekrar zayıflamaya başladı. 1990’larda önemli bir hareketlilik görülmezken, 2002 genel seçimlerinin ardından iç ve dış politikada yaşanan dönüşümle birlikte Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerde ciddi bir patlama yaşandı. 1996’da ticaret hacmi 5 milyar doların altındayken, 2011’de 30 milyar dolara çıktı. Ticaret hacmindeki büyüme GSMH’deki büyüme ile de paralellik arz etti.

“Türkiye ile Ortadoğu ülkelerinin ekonomileri birbirini tamamlayıcı mahiyette” 

Beşli’ye göre Türkiye’nin bölgeyle ticaretini etkileyen önemli bir etken de petrol fiyatları. Petrol fiyatlarının düşüşü ve yükselişine bağlı olarak ticaret hacminde de bir düşüş ve yükseliş görülüyor. Öte yandan Türkiye ile bölge ülkelerinin ekonomileri birbirini tamamlayıcı mahiyette. Türkiye doğal kaynaklar açısından fakir bir ülke iken, bölge ülkelerinde temel gelir kaynağı olarak petrol ve doğalgaz öne çıkıyor. Bereketli Hilal dışında bölge tarımsal faaliyetler için pek elverişli değil ve sanayi üretimi sadece Mısır’da nispi olarak söz konusu. Gittikçe büyüyen Türkiye ise Ortadoğu’nun zengin enerji kaynaklarına ihtiyaç duyan, ancak tarımı ve sanayisi güçlü bir iktisadi yapıya sahip. Bu haliyle Türkiye’nin iktisadi büyümesini sürdürebilmesi Ortadoğu’yla ticari ilişkilerin geliştirilmesiyle yakından alakalı. Bu noktada sınır ticareti de önemli bir boyut olarak öne çıkıyor. Ayrıca Suriye ve Irak, özellikle de Kuzey Irak’taki özerk yapı, Türkiye’yi sadece bir iktisadi ortak olarak değil, aynı zamanda dünyaya açılan bir kapı olarak da görüyor.

“Ortadoğu’nun istikrarsızlaştırılması Türkiye açısından ciddi sonuçlar doğuruyor” 

Beşli, Ortadoğu’nun istikrarsızlaştırılmasının Türkiye açısından ciddi sonuçlar doğurduğuna, ticari faaliyetlerden yatırımlara, imalattan lojistik sektörüne kadar birçok alanı doğrudan olumsuz etkilediğine dikkat çekti. 1980’lerden itibaren Ortadoğu ülkeleri arasındaki en büyük ticaret partnerimiz olan Irak’a ihracatımızın ve Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’ndan petrol akışının 1991 Körfez Savaşı’nın akabinde neredeyse durma noktasına gelmesini buna örnek olarak verdi ve bunun başta PKK meselesi olmak üzere çeşitli sosyoekonomik sonuçlar doğurduğunun da altını çizdi. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte komşularla sıfır sorun ve maksimum işbirliği gibi politikaların devreye girdiğini ve bunun gerek bölgeyle gerekse komşularla ticari işbirliğini ciddi ölçüde geliştirdiğini 2010 ve 2011 verileri üzerinden ortaya koydu. Sadece ticari değil, her alanda bölgesel işbirliğinin geliştirilmesine yönelik vizelerin kaldırılması ve Lübnan, Suriye ve Ürdün’le serbest ticaret anlaşmalarının imzalanması gibi çalışmalar yapıldığını anlattı. Her ne kadar son dönemde bu ve benzeri adımlar özellikle Suriye’de yaşanan olaylarla birlikte akamete uğrasa da önümüzdeki beş-on yılda Türkiye’nin önünü açacak bir ortamın oluşmasına imkan vereceği öngörüsünde bulundu. Bu noktada vizelerin kaldırılmasının, artan iktisadi etkileşimin ve turizm faaliyetleri ile ticaretin “Arap Baharı”nın başlangıcına katkı sağladığına dikkat çeken Beşli, Türkiye’nin iktisadi büyümesi ile bireysel özgürlükler arasındaki bağlantının da bu bağlamda oldukça etkili olduğunu belirtti. Ayrıca Mısır’da Türkiye’nin politikalarına pek sıcak bakmayan Selefi grupların dahi iktisadi ilişkilerin geliştirilmesine önem verdiklerini ifade etti.

“‘Arap Baharı’nı yaşayan ülkelerde büyüme negatifken, Körfez ülkelerinin GSYH’lerinde çok ciddi bir yükseliş göze çarpıyor” 

Beşli, konuşmasının ilerleyen safhasında “Arap Baharı”nın iktisadi etkisini istatistikler üzerinden bizimle paylaştı. Ortadoğu ülkelerinin GSYH’lerine ilişkin istatistiklerde 2008 ve 2009’da düşüş görülürken petrol fiyatlarındaki yükselişe bağlı olarak 2010 ve 2011 yıllarında ciddi bir yükseliş göze çarpıyor. Ancak “Arap Baharı”nı yaşayan ülkelerin çoğunda büyüme negatife geçiyor; Libya ise tamamen yıkılmış durumda olduğundan istatistiklerde yer almıyor bile. 2012 verilerinde de 2011’e kıyasla çok ciddi bir farklılık beklenmiyor. Grafikler bu dönemin galibinin Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olduğunu ortaya koyuyor. Körfez ülkeleri petrol gelirlerinden ötürü yüksek GSYH oranlarıyla öne çıkıyor. Bu ülkeler dünyanın dört bir yanında yatırım yapmak üzere petrol fonları oluşturmuş durumda. Sadece Abu Dabi Emirliğinin 1 trilyon dolarlık bir petrol fonu mevcut. Ancak Beşli’ye göre bu ülkelerdeki temel sorun, gelirlerin adil paylaşılmaması; bu konuda gerekli tedbirlerin alınmaması halinde diğer ülkelerde meydana gelen devrimler Körfez’e de yansıyabilir ve bu mesele Türkiye’nin bölgeyle iktisadi ilişkilerini de derinden etkileyebilir. 

 

Bilim ve Sanat Vakfı (Foundation for Sciences and Arts)

Küresel Araştırmalar Merkezi (Centre for Global Studies)

Adres: Vefa Cad., No: 41, 34134, Vefa/İstanbul
Tel: +90 212 528 22 22 / 801-802
Faks: +90 212 513 32 20
E-Posta: kam@bisav.org.tr

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.