YUVARLAK MASA TOPLANTILARI

Syrian Crisis and the Responsibility to Protect

Vasilka Sancin

19 Eylül 2012 Çarşamba 18:30 Salon: ŞAKİR KOCABAŞ SALONU

KAM “Ortadoğu Konuşmaları” toplantı dizisinin sekizincisinde Slovenya Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Hukuk Danışmanı Yard. Doç. Dr. Vasilka Sancin’i misafir edeceğiz. Suriye’ye insani müdahale tartışmalarının yoğunluk kazandığı son dönemde Sancin, Birleşmiş Milletler tarafından 2005 yılında kabul edilen ve uluslararası hukukta yeni bir alan  olan Koruma Sorumluluğu (Responsibility to Protect) kavramını tahlil edecek ve bunun Suriye Krizine uygulanabilirliğinin imkan ve sınırlarını değerlendirecektir. Toplantı,      19 Eylül 2012 Çarşamba günü saat 18.30’da Şakir Kocabaş salonunda başlayacaktır.

Vasilka Sancin, Ljubljana Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim görevlisi olup uluslararası kamu hukuku  dersleri vermektedir. Aynı zamanda Slovenya Dışişleri Bakanlığı’nda uluslararası hukuk danışmanı olan Sancin’in, uluslararası hukuk ve koruma yükümlülüğüne dair birçok makale ve kitap çalışması bulunmaktadır.

 

*Toplantının dili İngilizcedir.

**Toplantı herkese açık olup Bilim ve Sanat Vakfı’nın Şakir Kocabaş salonunda gerçekleştirilecektir.

 

***

Vasilka Sancin: “Koruma yükümlülüğünün ilk uygulama alanı olan Libya’nın aksine, Suriye’de aktörlerin siyasi önceliği, ihlallere karşı eyleme geçmelerine engel oldu”

 

Değerlendirme: Kadir Temiz

“Ortadoğu Konuşmaları” toplantı dizisinin sekizincisine Slovenya Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Hukuk Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Vasilka Sancin konuk oldu. Sancin sunumunda uluslararası hukuk alanına bir katkı olarak “Koruma Yükümlülüğü / Responsibility to Protect” kavramı ile beraber Suriye Krizini değerlendirdi.

Devletlerin egemenlik haklarının geçmişteki tanımlarından oldukça farklı bir çizgiye geldiğini vurgulayan Sancin, günümüzde devletlerin egemenlik haklarını vatandaşlarına karşı belirli sorumluluk ilkeleri ile beraber yeniden tanımlamaya başladıklarının altını çizdi. Sancin’e göre belirli bir toprak parçasında egemen olan devlet, bunu sadece bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluk olarak da kabul etmeye başladı.

İnsan hakları kavramının gelişimi ile “koruma yükümlülüğü” kavramının gelişiminin paralellikler içerdiğini ifade eden Sancin, kavramın daha çok insani müdahale ve devletlerin egemenlik hakları ile beraber anlaşılması gerektiğini dile getirdi. 1990’lı yıllarda Ruanda, Srebrenitsa ve Kosova örnekleri insani müdahale ve bunun uluslararası hukuki sonuçları konusunda yeni perspektiflere ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Buradaki temel mesele, bir başka devletin egemenliği altındaki topraklar içinde şiddete maruz kalan insanların nasıl ve hangi yollarla korunacağıdır. 2001 yılında Kanada hükümeti ve BM’nin desteği ile devlet egemenliği ve müdahale kavramlarını ele almak üzere geçici bir komisyon oluşturulmuştur (Müdahale ve Devlet Egemenliği Hakkında Uluslararası Komisyon / International Commission on Intervention and State Sovereignty). Komisyonun hazırladığı raporda ilk defa “koruma yükümlülüğü” kavramı dile getirilmiştir. Buradaki tartışmalar daha ileri bir boyuta taşınmış ve BM Genel Sekreteri’nin de tavsiyesi ile 2005’te yapılan Dünya Zirvesi Sonuç Deklarasyonu’nda herhangi bir devletin itirazı olmaksızın kavram kabul edilmiştir.

Yukarıda ifade edilen belgelerde “koruma yükümlülüğü” kavramının içeriği de net bir şekilde tanımlanmıştır. Bu belgelere göre “koruma yükümlülüğü” kavramı dört kitlesel mezalim ile birlikte eşit önemdeki üç yükümlülük ve birbiri ardına gelen üç temel ayağa dayanmaktadır.

Dört kitlesel mezalim olarak soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen suçlar tanımlanmıştır. Bunların bir kısmı daha önce imzalanan uluslararası belgelerde tanımlanmış olsa da “koruma yükümlülüğü” kavramı ile önemli yenilikler ortaya çıkmıştır. Mesela en temel konulardan biri yukarıda sayılan dört mezalim esnasında kimin korunacağı ile ilgilidir. Tabii ki öncelikle mezalim altında yaşayan bütün insanlar devletlerin koruma yükümlülüğü altındadır. Bunun yanısıra sıklıkla karşılaşılan bir sorun olarak komşu devletlerin sınır bölgelerine sığınan mülteciler de kavramın içine alınmıştır. Böylece sadece sorunu olan devlet değil diğer devletlerin de üzerindeki yükün paylaşılması esas alınmıştır. Diğer önemli bir konu da bahse konu olan korumanın ne zaman başlayacağıdır. Yeni tanıma göre dört mezalim ile ilgili en ufak bir işaret ortaya çıktığında “koruma yükümlülüğü” kavramı devreye girer. Koruma yükümlülüğü kavramını sivillerin korunmasından ayıran en temel özellik ise onun barış dönemlerinde de uygulanabilir olmasıdır. Yani mezalim ortaya çıkmadan müdahale etmek önemli yeniliklerden biridir.

Eşit önemdeki üç yükümlülüğe baktığımızda bunların mani olma, tepki verme ve yeniden inşa etme yükümlülükleri olduğunu görüyoruz. Sancin’e göre “koruma yükümlülüğü” kavramı her dile getirildiğinde ilk akla gelen somut bir müdahale olmaktadır. Ancak bu üç yükümlülük birbiri ile ilişkili bir şekilde düşünüldüğünde görülecektir ki bu kavramla asıl vurgulanan müdahaleden önce sorunu çözebilecek eylemleri gündeme getirmektir. Dolayısıyla “koruma yükümlülüğü” ile arzu edilen birinci amaç engellemektir. Bir sonraki aşamada müdahale olsa bile aktörlerin görevi son bulmaz. Sorunun yaşandığı bölgeyi yeniden inşa etmek gibi bir yükümlülükleri de vardır.

“Koruma yükümlülüğü” kavramının birbiri ardına gelen üç temel ayağına bakıldığında ise ilk önce devletlerin yükümlülüğü meselesi gelir. Herhangi bir mezalim karşısında ilk yükümlülük devletlere düşer ve asıl muharrik güç devletlerdir. İkinci olarak uluslararası toplumun yardımı gelir. Gerek uluslararası organizasyonlar gerekse devletlerin organize ettiği yardım kampanyaları ile mezalime karşı mücadele unsurları belirlenir. Son olarak eğer devletler mezalim karşısında sessiz kalır ve gerekli önlemleri almazsa üçüncü ayak olarak uluslararası toplumun barışçı veya zorlayıcı önlemleri devreye girer.

Koruma yükümlülüğü kavramının içeriğini bu şekilde tanımlayan Sancin, kavramın uygulanması konusunda dünya genelindeki çatışma bölgelerini saydıktan sonra Suriye Krizinde “koruma yükümlülüğü” kavramının nasıl bir rol oynayabileceğini tartıştı. Öncelikle Libya Krizini “koruma yükümlülüğü” kavramının ilk defa BM tarafından onaylanarak uygulandığı bir örnek olarak açıklayan Sancin, bu krizde yazılı olarak ifade edilen amacın hayatı tehdit altında olan sivilleri ve sivillerin yaşadığı bölgeleri kurtarmak olduğunu dile getirdi.

Suriye’de ise mevcut durum Libya’dan oldukça farklı bir yönde gelişti ve aktörlerin siyasi önceliği bu ülkede yaşanan ihlallere karşı eyleme geçmelerine engel oldu. Kavrama eleştirel yaklaşanlar Suriye Krizi sürecinde kavramın içinin ne kadar da boş olduğunu dile getirmişlerdir. Ancak Suriye Krizi boyunca “koruma yükümlülüğü” kavramının içeriğinde bahsedildiği gibi sorunun çözümüne yönelik adımlar atılmıştır. BM Genel Kurulu’nun 2 Kasım 2011’de imzaya açtığı Suriye’yi kınayan önergeye 122 devlet içinden 13’ü karşı, 41’i de çekimser oy kullanmıştır. Daha sonra bölgesel organizasyonlar devreye sokulmuştur. Netice alınamayınca diğer bir kınama önergesi Güvenlik Konseyi’ne getirilmiş ancak bu önerge de Rusya ve Çin vetosuna takılmıştır.

Suriye Krizi için BM ve Arap Birliği Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın 16 Mart’ta Güvenlik Konseyi’ne sunduğu 6 maddelik çözüm önerisi desteklenmiş ve nisan ayında 30 silahsız askerî gözlemci Suriye’ye gönderilmiştir. Buna rağmen bir sonuç alınamamış ve aynı yılın ağustos ayında Lakhdar Brahimi, Annan’ın yerine getirilmiştir.

Diğer yandan bir bölgesel organizasyon olan Arap Birliği’nin yanısıra Türkiye, ABD ile beraber Brezilya gibi ülkeler de sorunun çözümü için çaba harcamaktadır. Buna rağmen Rusya ve Çin’in vetosu aşılamamıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken asıl nokta “koruma yükümlülüğü” kavramının içeriği ve uygulanması konusunda bir sorun olmamasıdır. Diğer taraftan Suriye Krizinde mevcut durumun mu, yoksa müdahale edildikten sonra ortaya çıkacak olan durumun mu daha kötü olacağı tam olarak kestirilememektedir. Herhangi bir dış müdahale, sorunu daha da içinden çıkılamaz bir hale getirebilir ki bu da “koruma yükümlülüğü” kavramı ile ulaşılmak istenen amaçların dışındadır.

Sonuç olarak “koruma yükümlülüğü” kavramı Suriye Krizi sürecinde yerli yerinde durmaktadır. Ancak sorunun siyasi boyutu ile insani boyutu birbiriyle çakışmaktadır. Bu sebeple Vasilka Sancin’e göre Suriye Krizi kısa vadede çözülecek bir kriz gibi görünmemektedir. Rusya ve Çin’in vetosu bir yana, Suriye içindeki durumun siyasi ve insani boyutu da tam anlamı ile değerlendirilebilmiş değildir. Her şeye rağmen krize karşı “koruma yükümlülüğü” kavramının temel üç ayağından son ikisini oluşturan uluslararası toplumun oynayacağı rol önemlidir.

 

Bilim ve Sanat Vakfı (Foundation for Sciences and Arts)

Küresel Araştırmalar Merkezi (Centre for Global Studies)

Adres: Vefa Cad., No: 41, 34134, Vefa/İstanbul
Tel: +90 212 528 22 22 / 801-802
Faks: +90 212 513 32 20
E-Posta: kam@bisav.org.tr

http://www.facebook.com/bsv.kam

https://twitter.com/BSVKAM

 

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.