Osmanlı Kuruluş Tartışmaları

TAM-Tarih Okumaları

Ocak 2005-Haziran 2005
Değerlendirme: Yunus Uğur
 
Kuruluş tartışması aynı zamanda yıkılış tartışmasıdır. Bir devletin veya organizmanın ortaya çıkış ve yükseliş şartlarını-sebeplerini ortaya koyarken yıkılışına şahit oluyorsak, biz aslında yıkılışının sebeplerini arıyoruz demektir. İlk kuruluş tartışmalarının başladığı tarihlere dikkat edersek bu söylediğimiz daha anlamlı hale gelmektedir.
Başka bir açıdan, Osmanlının kuruluşunu tartışmak dünyada bugünkü yerimizi tartışmaktır. Osmanlının kuruluşunu Avrupa ile irtibatına bağlayanlarla Türklük ananelerine bağlayanlar benzer kaygılarla hareket ediyor gibi gözükmektedir.
1910’lardan başlayıp günümüze kadar hararetli bir tartışmanın konusu olan ve Osmanlıların ve özellikle bugünkü Türkiye’nin yerinin, varoluş ilkelerinin anlaşılması açısından çok fazla önemi haiz bu konu, Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin, metne yönelik okuma-anlama ve tartışma amaçlı Tarih Okumaları başlıklı 37 toplantısından son 5 toplantısının gündemi olmuştur. Hatırlanacağı gibi bu program çerçevesinde, otuz iki ay devam eden Osmanlı Kronikleri ile ilgili toplantılarda 36 adet ilk el Osmanlı tarihi okunmuş ve tartışılmıştır. Pek yakında bu toplantıların özet sunumları BSV Notlar serisinden “Kendi Metinleriyle Osmanlı Tarihi” başlığı ile bir kitapçık olarak yayınlanacaktır. Tarih Okumalarının son beş toplantısında konu edilen Osmanlı Kuruluş Tartışmaları ise, bu alanda tartışmayı şekillendiren kitap ve şahısların çeşitli sunumlar çerçevesinde konuşulmasına fırsat hazırlamıştır. Yakın bir zamanda kapsamlı bir özeti BSV Notlar serisinden yayınlanacak olan bu tartışmaları biz de burada kısaca bahis mevzu etmek istedik.
Öncelikle bu beş oturumda hangi kişi ve eserlerin tartışıldığını söylemek yerinde olur sanırım:
1.                   Toplantı:
Herbert Adams Gibbons, The foundation of the Ottoman Empire: A History of the Osmanlis up to the death of Bayezid I (1300-1403), Oxford: Clarendon Press, 1916. (Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu, çev. Ragıp Hulusi, İstanbul: Devlet Matbaası, 1928).
M. Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu, Ankara: TTK, 1991.
Sunan: Yunus Uğur ve İhsan Fazlıoğlu
 
2.                  Toplantı:
Paul Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, London: The Royal Asiatic Society, 1938. (Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğuşu” çev. Fatmagül Berktay, İstanbul: Pencere, 2000).
Halil İnalcik, , The Ottoman Empire: The Classical Age, 1300-1600, London, 1973 (Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ 1300 – 1600, çev., Ruşen Sezer, İstanbul, YKY, 2003).
Halil İnalcik, “The Question of the Emergence of the Ottoman State”, International Journal of Turkish Studies, 1981-2, c. 2, s. 2, sh. 71-79.
Sunan: Fatih Bayram, Bülent Arı
 
3.                  Toplantı
Feridun Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, İstanbul: Kitabevi, 2001.
Rudi P. Lindner, Nomads and Ottomans in Medieval Anatolia, Bloomington, 1983 (Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar, Ankara: İmge, 2001)
Sunan: Feridun Emecen ve İhsan Fazlıoğlu
 
4.                  Toplantı
Colin Imber, The Ottoman Empire, 1300-1650: The Structure of Power, New York: Palgrave Macmillan, 2002.
Heath W. Lowry, The Nature of the Early Ottoman State, New York: SUNY, 2003.
Sunan: Cengiz Şişman
 
5.                  Toplantı
Cemal Kafadar, Between Two Worlds: The Construction of the Ottoman State, Berkeley & Los Angeles: University of California Press, 1995.
Sunan: Cemal Kafadar, Oktay Özel, Yunus Uğur
 
Kuruluşla ilgili tüm tartışmaların temel sorusu Osmanlıyı Söğüt’te küçük bir beylikten koca bir devlete dönüştüren şartlardır. 1910’da İstanbul’da Gazetecilik ve öğretmenlik yapan ilâhiyatçı Gibbons’un bu soruya cevabı tartışmanın seyrini çok etkilemiştir. Ona göre Osmanlılar, Türk ve Müslüman olmaktan öte “Avrupa medeniyeti” ile yani Bizans ile karşılaşmaları dolayısıyla bu başarıyı sağlamışlardır. Avrupa’nın içinde bulunduğu kaos ortamından istifade ederek yönetim sanatını öğrenmişler; kadınların örtünmesinden savaşlarda istilacı bir politika izlememeye kadar birçok özelliklerini bu medeniyetten almışlardır. Pagan iken sonradan Müslüman olmuşlar; Avrupalılarla karışarak Osmanlı melez ırkını ortaya çıkarmışlardır. Buna benzer birçok örnek ve iddialarla, varolan başarıyı Avrupalılara hamletme çabası Gibbons’un hem İslam hem de Türk kültür ve medeniyeti ile ilgili bilgisizliğini (veya ilgisizliğini) ortaya koymaktadır. Avrupa medeniyeti gibi kullanımlar ise Gibbons’un bugünden tarihi okuma gibi metodolojik bir hata içerisinde olduğunu gösteriyor. İddialarına mesnet olarak tamamen İslam ve Türk kaynakları dışındaki kaynakları kullanması da kendisinin olayı anlama sorunu çekmesine sebep olmuş gibi gözüküyor. Bütün bunlara rağmen Osmanlının hayat sürdüğü coğrafyada yer alan Hıristiyan devlet ve unsurların aralarındaki iktidar mücadelelerini ve Osmanlıların bu mücadeleler sırasında güttüğü siyasî stratejileri anlatması bakımından Gibbons’un eseri son derece değerli sayılmalıdır.
Fuat Köprülü 1934 yılında Fransa’da yaptığı konuşmada öncelikle Gibbons’un ihmal ettiği ve yok saydığı Osmanlıların Türk geçmişini detayları ile anlatıyor. Sonrasında ise beylikten devlete giden süreci anlamak için takip edilmesi gereken çok faktörlü (coğrafî, siyasî, dinî, iktisadî, etnik, ictimaî ve hatta bizzat şahıs faktörü) analiz yönteminden bahsediyor. İhsan Fazlıoğlu sunumunda şöyle diyor: “Köprülü’nün kitabındaki en temel vurgu, Türklerin Gibbons’un iddia ettiği gibi bir “türedi” olmayıp, Anadolu’da önceden beri varolduğudur. Bunu yapmasının sebebi ise, modern Türk Cumhuriyeti’nin Anadolu’da bulunuşunu temellendirmektir.” Köprülü, esas olarak savunmacı bir üslupla yaptığı konuşmasında, soruyu yerli yerine oturtacak yöntemler de söylüyor ve fakat kendisi bu tür bir araştırma içerisine girmiyor. Önerdiği bu çok faktörlü analiz yöntemi sonraki tarihçiler ve özellikle Halil İnalcık, Feridun Emecen gibi kişiler tarafından dikkate alınıyor.
 Gibbons’la başlayan tartışma Köprülü ile adeta ilmî bir hüviyet kazanmıştır. Tartışma dallanıp budaklanmış ve daha rafine yaklaşımlara doğru kapı aralanmıştır. Paul Wittek Köprülü’den hemen sonra Londra’da bir seri konuşma yapmış ve bunlar da bir kitap olarak neşredilmiştir. Wittek, Osmanlıların Bizans ile karşılaşmasını çok önemser. Ona göre bu karşılaşma Osmanlıları yavaşlatmış ve ayağı yere basan bir ilerlemeye mecbur etmiştir. İlk dönem yapılan fetihlerin seyrine bakılırsa aslında yavaş bir seyir vardır. Esasen bu yavaş seyir Osmanlıların teşkilatlanarak ve çevresiyle güçlü bir bağ kurarak ilerlemesini sağlamıştır. Ahi Teşkilatı, ilmiye sınıfının ortaya çıkışı bunun göstergesidir. Wittek her ne kadar “Gaza” teorisi ile meşhur olmuşsa da kanaatimce bu görüşleri, kuruluş sürecini açıklama kabiliyeti çok yüksek olan görüşlerdir. Wittek, Osmanlıların “Gaza” yani İslam adına savaş ilkesi ile Hıristiyanlarla savaşıp insanları arkasından sürüklediğini ve Anadolu’da meşruiyetini sağladığını söyler. Gerçeklik payı olan bu görüş, Köprülü’nün daha az üzerinde durduğu İslam faktörüne bir vurgu gibi gözükmektedir. Çünkü Wittek bir taraftan Doğu’ya karşı önyargılı olduğu için Gibbons’u eleştirirken diğer taraftan Osmanlıların soyağacı ile ilgili Köprülünün görüşlerini tutarsız bulmakta ve farklı bir yaklaşımın olması gerektiğini söylemektedir.
Wittek’in gaza teorisi, Halil İnalcık tarafından düzeltmeye tabi tutuluyor. Osmanlılar içerisinde gaza ile uğraşan bir kesim şüphesiz vardır ama bu, bütün beyliği şâmil bir durum değildir. Moğol istilasından kaçan Türkmenleri yerleştirmek için bu gaziler fetihler yapıyorlardı. Ama İnalcık’a göre kuruluşu açıklayan asıl unsur, Osman’ın stratejist kişiliği ve Osmanlıların içerisine dâhil olduğu beylikler sistemidir. Osmanlının kuruluş yıllarının kronolojisini çok çeşitli kaynak ve yöntemler kullanarak tespit etmeye çalışan İnalcık, bu veriler ortada olmadan yapılacak yorumların isabetsiz olacağına vurgu yapar. Bir anlamda Köprülü’nün işaret ettiği tarihsel süreci tespit etmeye çalışır.
Paul Lindner, antropolojik yöntem ve kavramlarla yaptığı analizlerde Orhan Gazi döneminin ortalarına kadar Osmanlıların yağma ile geçindiklerini ve sonrasında yerleşikliğe geçerek, diğer beyliklerden kendilerini ayırt edebildiklerini söylüyor. 1983 yılında yayınlanan kitabında, ilk dönemlerde birçok Hıristiyan unsurun orduda ve yönetimde bulunmasını gaza ruhuna aykırı gören Lindner, bu sebeple Wittek’in gaza teorisini eleştiriyor. Hatta “İslâm’dan çok Şamanizm’in savaşçıları” nitelemesinde bulunuyor. Aslına bakılırsa, Lindner de, Gibbons gibi, göçebe insanların arkalarında getirdikleri birikim ve alışkanlıkları görmezden gelip, kuruluşun gerçekleştiği coğrafya ve kültürün etkisini abartıyor. Her ikisi de tarihin ve kültürün sürekliliğini bir kenara bırakıp tam bir dönüşüme vurgu yapıyorlar. Benzer yaklaşım hatalarını biz, Gibbons’un yaşadığı modernleşme teorilerinde ve Lindner’in kabul ettiği antropoloji disiplininin varsayımlarında da zaten görüyoruz.
1910’lardaki tezlerin bir benzerini Lindner’den duyduktan sonra çok daha ilgi çekici bir tez Colin Imber’in 1990’da yayınlanan kitabından geldi. Imber’e göre Osmanlıların ilk dönemi “kara bir delik.” Aynen İslam tarihinin ilk dönemin kara bir delik olması gibi! Sebep ise kaynak yokluğu. Kuruluş tartışmalarında kullanılan kaynaklar Imber’e göre, devlet tarafından yazdırılmıştır. Bilimsel bir çalışmaya mesnet olamazlar. Anlatılanların çoğu hikayedir, imal edilmiştir. Sonuçta bu dönem üzerine söylenebilecek bir şey yoktur. İnalcık tam da bu noktada, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Imber’i çürütürcesine ilk dönem kaynaklarını titizlikle inceler, alan araştırmasına çıkıp bilgileri test eder ve aynı dönemde yazılmış Rumca vs. kaynakları kullanarak bilgi birikimini zenginleştirmeye çalışır. Sonuçta kaynakların yokluğuna değil nasıl okunması gerektiğine dair yöntemler geliştirir.
Cemal Kafadar’ın kitabı ise 1995’te yayınlandı. Kendisinin katılımı ve Oktay Özel’in de müzakeresiyle yapılan bu oturumun tam metni BSV Notlar’da yayınlanacağı için ayrıntısına girmek istemiyorum. Özetle Kafadar, varolan iddiaları gözden geçirip, bu iddiaların eleştirel bir değerlendirmesini yaptı. Sonra hem genel yaklaşım olarak, hem de kaynakların kullanımı açısından alternatif önerilerle tartışmayı derinleştirmeye çalıştı. Türk-Rum, İslam-Hıristiyan gibi ak-kara türü yaklaşımlar yerine ‘hem ondan hem bundan’ yaklaşımının olması gerektiğini söyleyen Kafadar, kitabının ismini “İki Cihan Âresinde” koyarken de bunu vurguladığını belirtti. Özellikle ister ırk ve isterse gaza olsun tek faktöre indirgenerek yapılan açıklamaları yetersiz bulmuş ve Köprülü’nün çok faktörlü yaklaşımı ona daha isabetli gelmiştir. Kaynakların ise tür olarak genişletilerek anlatısal kaynakların da dikkate alınmasını öneren Kafadar, okuma sırasında da metinlerin yazılma amacı tespit edilerek dönemin olayları algılama biçimleri ortaya çıkarılmalı demektedir. Kafadar’a göre hiçbir kaynak değersiz kabul edilmemelidir. Her metin muhtemelen dönemin bir grubuna aittir ve görüş farklılıklarını bize gösterir.
Kafadar konuşmasında, kitabında yapmadığı bir şeyi de yaptı ve madde madde Osmanlıyı başarıya ulaştıran faktörleri sıraladı. Buna göre, “bizimseyicilik”, sosyal dinamizm, coğrafî konum, şans ve kurumsallaşabilme (devşirme ve tahta tek vâris sistemi) gibi faktörler Osmanlıları Anadolu Beylikleri içerisinden çıkaran unsurlar oldu. Özetle Kafadar şöyle diyor: “Genel olarak Osmanlılar merkez-kaç güçlere ve parçalanma dinamiklerine karşı tedbir almakta ve o tedbirleri kurumsallaştırmakta rakiplerinden ve komşularından çok daha başarılı olmuşlardır kanaatindeyim.” Osmanlılar, yukarıda saydığımız faktörleri de bu amaç için başarılı bir şekilde kullanmışlardır.
Cemal Kafadar’ın yaptığı sentezden sonra konuyla ilgili 2001 yılında kitap neşreden Feridun Emecen, başta Köprülü olmak üzere İnalcık ve Kafadar’ın vurgu yaptığı, Anadolu beylikleri üzerinde durur. Emecen bir taraftan Osmanlının Türkmenliği ve Kayı boyu aşireti iddialarının gözardı edilmemesi gerektiğini söylerken bir taraftan da Osmanlıların yerleştiği coğrafyanın ve Rumeli’ye doğru olan yöneliminin, kuruluşu açıklayan önemli unsurlar olduğunu belirtir.
Bu tartışma ile ilgili en son kitap sayılabilecek Heath Lowry’nin kitabı (2003) ise tartışmaları özetleyen bir kitaptır ve fakat özetin sonucunu gaza teorisine şiddetle karşı çıkan ve başarıyı ganimete ve Hıristiyan unsurların asimilasyonuna dayandıran bir noktaya getirir. 
Osmanlı Kuruluş tartışmaları bundan sonra nasıl seyir takip edecek. Oktay Özel’e göre gidişat mukayeseli, yani aynı dönemde veya başka dönemlerde görülen kuruluş süreçleri ile mukayeseye dayanan, çalışmalara doğru olmalıdır. Kaynaklar genişletilerek, tarihçilikte kullanılan yeni yöntem (iklim çalışmaları, hastalık bilim vs) ve yaklaşımlarla (arkeolojik, antropolojik, etnografik vs), sorular eşliğinde okunacaktır. Kafadar’ın önemle üzerinde durduğu, kavramsal soyutlamalar kadar dönemin sosyal gerçekleri ve şahısları hakkında çalışmalar da artma eğiliminde olacaktır. Özellikle İhsan Fazlıoğlu’nun dikkat çektiği, dönemin ilim hayatı ve ulemasına da ilgi artacaktır. Görüldüğü gibi, çok uzun ömürlü ve dünya tarihi açısından son derece önemli bir devletin kuruluşunu anlamaya yönelik tartışmalar derinleşerek devam etme temayülündedir.
Tarih Okumaları serisi, “Osmanlı Kuruluş Tartışmaları”ndan sonra yeni bir konu ile Ekim ayından itibaren devam edecektir. Bu seferki konu “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de İskân Politikaları”dır. Yine tartışmayı şekillendiren metin ve kişilerin konuşulacağı bu çok önemli ve ilginç toplantılarda görüşmek dileğiyle... 

EDİTÖRDEN

2024 Güz Programı

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.