2 Ekim 2010
Değerlendirme: Nazan Gece Beşli
Tam bünyesinde yürütülen Biyografi Atölyesi’ne konuk olarak davet edilen Nazan Aksoy ile Türk kadın otobiyografilerini incelediği eseri Kurgulanmış Benlikler: Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet (İstanbul: İletişim Yayınları, 2009) çerçevesinde bir sohbet gerçekleştirdik. Aksoy’un kitabında incelediği otobiyografiler, Halide Edip Adıvar, Sabiha Sertel, Samiha Ayverdi, Halide Nusret Zorlutuna, Cahit Uçuk, Afet İnan, Sabiha Gökçen gibi Cumhuriyet’ten biraz önce doğmuş ya da Mina Urgan, Nermin Abadan Unat, Mübeccel Kıray, Türkan Saylan gibi Cumhuriyet’le yaşıt kadınlara ait. Bu özyaşam öykülerinin ortak noktası genel olarak modernleşme süreci, özel olarak da Cumhuriyet tarihidir. Aksoy bu durumun Batı’daki kadın otobiyografilerinden farklılığına dikkat çekerek, Batı’da kadın elinden çıkan otobiyografilerin şekillenmesinde feminist çalışmaların büyük etkisi olduğunu vurguluyor. Türkiye açısından ise otobiyografileri ilginç kılan husus; Türk modernleşmesinin temel meselelerinden birinin kadının modernleşmesi ve toplumdaki yerinin değişmesi olduğu düşünüldüğünde, değişim sürecinin kadın gözüyle nasıl anlatıldığı ve metinlerde kimliklerini nasıl kurguladıkları olmuştur şüphesiz.
Ne var ki, Aksoy’un belirttiği üzere, kendi hayat hikâyeleri ile Cumhuriyet’in hikâyesinin iç içe geçtiği bu kadın otobiyografilerinden 1990 sonrası yayımlananlarda benzer bir şema karşımıza çıkıyor. Diğer bir deyişle Cumhuriyet’le doğmuş ve kimliğini Cumhuriyet’te kuran ve saygın bir konum edinen kadınların, biyografilerini benzer biçimde kurguladıklarına, benzer kaygılarla bu metinleri yazdıklarına şahit oluyoruz. Bu kadınların kendi hayatlarını, başarılarını anlatmak istemelerinin arkasında ciddi ideolojik kaygılar yatmaktadır. Cumhuriyet’in nimetlerini sonuna kadar kullanmış bu egemen sınıf kadınları, günümüz Türkiye’sindeki değişim sürecinden duydukları kaygılarını, ders verme amacıyla kendi hayatlarını anlatarak dile getiriyorlar. Cumhuriyet dönemi kadınlarında, Atatürk devrimlerinin yüceltilmesi ve bunların kaybedileceği korkusu o kadar ağır basıyor ki, bu otobiyografilerde bireysel hayat geri çekiliyor ve didaktik bir ses, tekdüze bir anlatım öne çıkıyor. Bu yüzden Aksoy, ilk dönem kadın otobiyografilerini daha zevkli okunabilir bulur. Otobiyografiler eleştirel yazıldığında, ideolojik olarak geçtiği eğitim sürecini sorunsallaştırdığında ilginç ve okunması zevkli metinler tezahür edebiliyor. Fakat Türkiye’de üretilen kadın otobiyografilerinin büyük bir kısmı yaşadıkları ideolojik süreci meşrulaştırmaya ve normalleştirmeye yarayan metinler olarak belirmektedir. Nazan Aksoy bu durumun bütün geç modernleşen ülkelerde ortak bir özellik arzettiği, toplumsal sorunların bireysel sorunların önüne geçtiği ve otobiyografi yazan kişilerin didaktik nedenlerle hayatlarını yazıya döktükleri görüşünde.
Aksoy’un üzerinde durduğu bir başka nokta, Türkiye’de otobiyografilerin niçin az yazıldığı ve yayımlanması için neden 80’leri beklemek gerektiği. Aksoy’un görüşü, kitabında yazdığının aksine, bunun birey olma, bireyleşme anlayışıyla çok da ilgisinin olmadığı yönünde. Batı’dan yola çıkarak bakıldığında bireyi, modernleşme ile; spesifik olarak Cumhuriyet tarihiyle başlatmak yanlış bir yaklaşımdır. Öncesinde de kendi üzerine düşünen, yazan, kendisi ile ilgili notlar alan kadınlar vardı elbette. Dolayısıyla, Aksoy, Cemal Kafadar’ın metnine atıfla 17. yüzyılda yaşamış Üsküplü Asiye Hatun’un rüyalarını anlattığı mektuplarını ilk Türk kadın otobiyografi örneği olarak kitabına almakta bir beis görmez. Zira Batı’da kadın otobiyografi tarihini araştıranlar 14-15. yüzyıllarda yaşamış mistik inançlı kadınların bıraktıkları dinî içerikli hikâyeleri ilk kadın otobiyografileri olarak ele alıyorlar. Genel olarak ise St. Augustine’in İtiraflar’ı ilk otobiyografi örneği kabul ediliyor. Bizde ise, araştırmalar ilerledikçe Asiye Hatun’un mektuplarının otobiyografi yazım türünün tek örneği olmama ihtimali oldukça yüksek görünmektedir. Bu durumda sorunsallaştırılması gereken nokta, otobiyografi tarihi yazımındaki Batı merkezci bakış açısının varlığıdır. Kendi üzerine düşünebilme, kendi üzerine konuşma ve yazma Batı’ya has bir olgu olarak düşünüldüğünde; farklı kültürlerdeki kişilerin, değişik zaman ve bağlamlardaki benlik algısının, kendilerinden söz etme biçimlerinin değişebileceği gerçeği yok sayılmakta ya da göz ardı edilmektedir. Bu bağlamda her kültürün farklı bir otobiyografi yazımı geliştirebileceği ya da Batı’da otobiyografinin yazılma nedeni ile bizde yazılma nedeni arasında fark olabileceği gibi hususlar, Batı merkezli bir perspektiften bakınca okunamamaktadır.
Buradan hareketle, Aksoy’a göre Cumhuriyet döneminde yetişen, iyi bir öğrenim gören, kamusal ve akademik alanda başarılar kazanan, kısacası inkılapların nimetlerini en iyi şekilde yaşamış “seçilmiş kadınlar”ın dışında, bu projenin göz ardı ettiği, hatta dayatılan uygulamalarla birlikte hayatları zorlaşan ve dışlanan kadınların elinden çıkacak otobiyografiler modernleşme tarihimize, Cumhuriyet tecrübemizi laik-laik olmayan düalizmine indirgeyen hâkim kadın söyleminin ötesinde çok daha zengin tartışmalarla geniş bir açıdan bakmamıza katkı sağlayacaktır.