- الصفحة الرئيسية
- المنشورات
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 70 Year: 2009
- Avrasya ve Uluslararası İlişkiler
Avrasya ve Uluslararası İlişkiler
Emre Erşen
11 Temmuz 2009
Değerlendirme: Uğur Matiç
Küresel Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen Tezat toplantılarının Temmuz ayı konuğu Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim görevlilerinden Dr. Emre Erşen’di. Doktora çalışmasını “Sovyet Sonrası Rus Avrasyacılığı ve Rusya-Türkiye İlişkileri Üzerindeki Etkileri” üzerine yapan Erşen, sunumunda Avrasya kavramının genelde uluslararası ilişkiler, özelde jeopolitik literatüründe nasıl ele alındığını açıklamaya çalıştı.
Avrasya, Soğuk Savaş sonrasında çok kullandığımız bir kavram. Bu isimle açılan çeşitli araştırma merkezleri ve üniversitelerde Avrasya ile ilgili bölümler ve çalışmalar yapıldığı gibi çeşitli şirketler de Avrasya konusuna önem vermektedir. Bu bağlamda Erşen, sunumuna uluslararası ilişkiler literatüründe Avrasya’dan ne anlaşıldığına ve ne anlaşılması gerektiğine dair açıklamalarla başladı. Sunumunda görsel öğelerden de sıkça yararlanan Erşen, sözkonusu kavram bağlamında şu açıklamaları yaptı:
Avrupa ve Asya’nın birleşik olduğunun farkedildiği 19. yüzyıl öncesinde birbirinden bağımsız iki kıta şeklinde bilinen Avr-asya, Coğrafi olarak Avrupa ve Asya kıtalarının birleşiminden meydana gelen dünyanın en büyük kıtasal alanıdır.
Avrasya kavramını ilk kez kullanan Viyanalı Jeolog Eduard Suess, yaptığı araştırmalarda, milyonlarca yıl önce dünyanın iki temel kara parçasından (Lavrasya ve Gondvana) oluştuğunu, arada da Tetis Denizi olduğunu savunmuştur. Suess, Lavrasya ismine, Kuzey Amerika için kullandığı Lavrentia ve Avrupa ve Asya’yı tanımlamak için kullandığı Avrasya kelimelerini birleştirerek ulaşmıştır. Suess’in yaklaşımı daha sonraki yıllarda kayda değer bir itibar görmüştür. Nitekim daha önceki dönemlere ait haritalarda dünya, etrafı okyanuslarla çevrili Avrupa ve Asya kıtalarından ibarettir ve Hazar Denizi’nden ötesi yoktur. Ortada görünen Libya ise Afrika’yı temsil etmektedir. Afrika bir kıta olarak ilk kez Herodot tarafından zikredilecektir. Bu haritalardaki üç bölgeye Hz. Nuh’un üç oğlunun soyundan gelenlerin yerleştiğine inanılıyordu: Sam, Ham, Yafes. Bu bağlamda Ortaçağ haritaları ilk zamanlarda siyasî ve kültürel bir çağrışıma sahip değildi; zira Yunanlılarda Avrupa fiziksel ve coğrafî bir bölgenin ismiydi; Kilise de 15. yüzyıla kadar Avrupa’yı, Hıristiyanların anavatanı olarak görmüyordu. Moğolların Rusya’yı, Osmanlıların da Bizans’ı ele geçirmesiyle Hıristiyan Dünyasının Avrupa’ya çekilmesinin ardından Avrupa, Hıristiyanlıkla özdeşleşmiştir. Rönesans, Aydınlanma ve Coğrafi Keşiflerin ardından da dünya algısı değişmiş; keşfedilen topraklardaki yaşamlar Avrupa’da üstünlük duygusunun oluşmasına sebep olmuştur.
Coğrafi Keşiflerle birlikte Asya ve Avrupa’nın bir bütün olduğu anlaşıldığı halde Avrupa’nın hâlâ bir kıta olarak anılmasının sebebi Avrupalıların kendilerini Barbar olarak gördükleri Asyalılardan ayırmalarıdır. Bu nedenledir ki iki kıtayı ayıracak bir sınır arayışına gidilmiştir. Bu sınırı Ural Sıradağları olarak ilk ortaya atan ise, İsveçli Philip Johan von Strahlenberg’tir. Strahlenberg, teorisinin tamamen coğrafyayla alâkalı olduğunu savunsa da ayrım belirgin bir şekilde kültürel ve siyasîdir.
Uluslararası ilişkiler açısından Avrasya’nın önemli bir yönü de jeopolitik anlamıdır. Jeopolitik teoriler açısından Heartland teorisiyle bilinen Alfred J. Mackinder, Avrasya (İç Avrasya) kavramını uluslararası güç mücadelesinin merkezine yerleştirmiş ve Avrasya’nın dünya siyaseti açısından kurgulanılışı değişmiştir. Nitekim günümüzdeki algılama biçimine de bu yaklaşım dayanak oluşturmuştur. Her iki dünya savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin bu alan üzerinde siyasal ve ekonomik bir hâkimiyet kurması, Avrasya’nın jeopolitik olarak da homojen bir alan olarak düşünülmesi sonucunu doğurmuştur. 19. yüzyılın Büyük Oyun’u ve Soğuk Savaş döneminin Kenar Kuşak Teorisi Avrasya’nın dünya siyasetindeki önemini göstermektedir.
Soğuk Savaş sonrasında Avrasya kavramına yönelik çalışmalar tekrar canlanmaya başlamıştır. Günümüzde Avrasya’nın siyasal, kültürel ve jeopolitik anlamda ne tür bir kavram olduğu konusunda belirsizlik sözkonusudur. Günümüzde kullandığımız Avrasya kavramı, Mackinder’ın Heartland’ı ile neredeye birebir örtüşmektedir ve bu anlamda kullanılması gereken kavram İç/Merkez Avrasya’dır. Brzezinski 1997’de Büyük Satranç Tahtası’nı yazarak gerek Heartland, gerekse Yeni Büyük Oyun gibi yaklaşımları tekrar formüle ederek günümüze taşımıştır. Brzezinski, Mackinder ve Huntington’dan daha katı bir realist yaklaşıma sahiptir: Avrasya, yani büyük satranç tahtası, geleneksel tanıma uygun olarak Avrupa ve Asya kıtalarının bileşimidir ve bu satranç oyununda kazananı belirleyecek bölge,
-Brzezinski’nin adlandırmasıyla- “orta alan” veya “kara delik” denilen Rusya egemenliğindeki topraklar ile “Avrasya Balkanları”dır.
Uluslararası ilişkiler camiası Avrasya’yı, çatışma coğrafyası, Mackinder’in jeopolitiği veya realist teoriler çerçevesinde ele almaktadır. Bu bakış açısını değiştirip geliştirmek için Avrasya konusunda eleştirel bir yaklaşım getirmek zorunludur. Bunu yapacak teorik altyapı mevcut olsa da, henüz buna cesaret eden biri çıkmamıştır ve yakın bir zamanda da mevcut perspektiflerin değişme olasılığı düşüktür. Eğer yeni bir yaklaşım getirilirse, Avrasya şu an olduğundan daha farklı algılanacaktır.
Erşen’in yukarıda kısaca değerlendirdiğimiz açıklamalarının ardından, Avrasya anakarasının 21. yüzyıldaki siyasî, ekonomik ve kültürel güç mücadelesini nasıl şekillendirebileceği üzerine katılımcıların soru ve yorumlarıyla yapılan bir tartışmayla program sona erdi.
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO