23 Haziran 2008
Değerlendirme: Hatice Çolak Yentürk
Kebikeç, Doğu mitolojisinde kitapları her türlü haşerattan koruyan cinin adıdır. Kitabın üzerine “Ya Kebikeç” yazıldığında kurtlar o kitabı yemez. Kebikeç Yayınları ve İnsan Bilimleri İçin Kaynak Araştırmaları Dergisi’nin hem kendi içre, hem de Türk yayıncılığında ismiyle müsemma böyle bir işlevi yerine getirdiğini söylemek mübalağa olmayacaktır sanıyoruz. Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği TAM- Sohbet/Yayınevleri programının beşinci konuğu Kudret Emiroğlu ile hem kendi yazar, editör ve çevirmen kimlikleri ve hem de kurucusu ve hâlen yayın yönetmeni bulunduğu Kebikeçdergisi-yayınları üzerine sohbet ettik.
Emiroğlu ilkin, belki bir teşekkür mahiyetinde, Ahmet Yüksel’in finansörlüğünün yayınevleri ve dergileri için büyük nimet olduğunu, böylece hiç malî darboğaza girmediklerini ve her şeyden pervasız, gönüllerince çalışabildiklerini söyleyerek konuşmasına başladı. Genel seyrinde yayınevinden ziyade dergi üzerine konuşan Emiroğlu, yayıncılıkta gönüllü çalışmalarla aktif kaldıklarından ve hatta kitap gelsin diye değil, gelmesin diye baktıklarından bahsederek yılda iki defa çıkarılan ve tirajı ortalama bin civarında seyreden Kebikeç dergisinde ısmarlama yazı bulunmadığını belirtti.
Çeviri ve çeviri kitap meselesine de değinen Emiroğlu’na göre Türkiye’de çeviri gerçek anlamda bir meslek olamamıştır. Yalnız, harçlığa ihtiyaç duyanlar bu işi yapmaktadır. Bugün Amerika’da 4-5 kitap çevirmek çevirmenin 20 yılını finanse ederken, Türkiye’de amelelik gibidir; çevirirken zeytin ekmek yenir, çeviri bitince parasız kalınır.
Yayıncılıkla ilgili sıkıntıların başında yayıncılığın yaşadığı dönüşüm yatmaktadır, artık yayıncılıkta da işleyen, sermaye zihniyetidir. Yayınevlerinin en kötü senesi olan geçen yıl (2007), Türkiye için aslında bir rekor yılıdır, zira 20 bin farklı kitap basılmıştır. Bu bir dönüşümün tepe noktasıdır. Ancak kitabın çok basılması çok satıldığını, çok satılması da çok okunduğunu ve hele de kalitesini garantilemez. Örneğin toplumsal kesimlere göre bestsellerlar, İhyâ-yı Ulûmi’d-dinler, Kapital (Das Capital)’ler moda kitaplardır rafta tutulması gereken. Edebiyatta ise gençliğin okuduğu kendi tecrübesizlikleridir, basılan kitapların çoğu ilk aşkın ilk romanı mahiyetindedir.
Kitapevi olmakla kitapsever olmak arasındaki farka da işaret eden Emiroğlu için bunlardan birincisi ticarettir ve günümüz şartlarında okuyucuya yok dememek için dükkânında ortalama 50 bin kitap bulundurmak zorunda olan Kitapevi için piyasa oldukça sıkıntılıdır. Piyasa gibi zaman ve zamanla orantılı olarak her şey değişmektedir. Artık yayımcılık sektöründe, sorun kâğıt ve kazanan kâğıtçılar değildir. Arabaların, takımların bile kendilerine özel dergileri vardır. İşte bizim bu çeşitlilikte ne olduğumuz önemlidir; sohbetlerde söyleyecek lafımız olsun diye değil, çeşitlenmek için okumalıyız. Klasik geleneğimizde bilen değil, bilmeyen yazardı. Bilen, öğrenci yetiştirmeye çalışırdı. Sözlü gelenek kalmadığından ve kanallar işlemediğinden pek çok şey gibi bu durum da sorunlu artık. Önceden adam olmak istenirdi, şimdi herkes kendini satma derdinde.
Yayıncılık gibi dağıtım sorunlarına da değindiğimiz sohbetimizde Ankara, İstanbul ve İzmir gibi metropoller dışında, yayınevinin taşrada borcunu toplayamadığı için, kitap dağıtımının zorluğundan bahseden ve bu noktada internet üzerinden kitap satışları meselesine giren Emiroğlu’na göre, dağıtımcılık ve taşradakilerin mağduriyeti açısından internet satışları büyük avantaj olarak görülebilir. Ancak kâğıt fiilen var olmaktır, internet ise hukuken. Ağabeylerini kitapçılarda tanıdıklarını, okumanın olmasa da kitabın böylece kutsallaştığını anlatan Emiroğlu için internetteki kitap siteleri kitapçı sıcaklığını ve samimiyetini verebilmekten epeyce uzaktır. Türkiye’de artık kitap gökten rafa inmektedir; rekabet dolu, kısıtlı sürelerde kendini göstermek zorunda olduğu, başarısına göre sırttan ya da yüzden gösterildiği raflara.
Son olarak Türkiye’deki ve Avrupa’daki yayıncılıkları, matbaanın icadından bu yana seyreden süreç içinde konumlandırıp karşılaştıran Emiroğlu’na göre halimiz hiç de parlak değildir. Yayınevlerimiz Avrupa’da enstitülerin bastığı kitapları basmaktadır ve üstelik bastıklarının da önemli bir kısmı çeviridir. Hasılı kazanmaktan ziyade onlara kazandırmaktayız. Bu noktada insan bağlamında iyimser, ancak kurumsal anlamda kötümser olduğunu söyleyen Emiroğlu, sunumunun ardından dinleyicilerin sorularını içtenlikle cevapladı