Gazzâlî ve İbn Rüşd’de Te’vil

Zeynep Gemuhluoğlu

27 Mart 2007     
Değerlendirme: Yunus Yıldız
 
Geçen on yıl zarfında İslâm düşüncesinin hermenötik yöntem bağlamında yeniden yorumlanmasına yönelik çabalar ve tartışmalar, te’vil meselesinin klasik dönemdeki anlam ve konumunu yeniden ele alma gerekliliğini gündeme getirdi. İslâm düşüncesinin her üç alanında da (kelam, felsefe ve tasavvuf) zengin açılımları bulunan te’vil kavramı, Tezgâhtakiler toplantıları çerçevesinde Dr. Zeynep Gemuhluoğlu tarafından bu geleneğin iki mühim siması, Gazzâlî ve İbn Rüşd, bağlamında tartışmaya açıldı.
Te’vili öncelikle Kur’an olmak üzere dinî ifadelerin anlaşılması ve yorumlanması için geliştirilmiş, ancak zamanla felsefî, teolojik, mezhebî ve siyasî açılımlar kazanmış bir yöntem olarak tanımlayan Gemuhluoğlu, aslı itibariyle ilahî kelamın ve metnin anlaşılması ve yorumlanması için bir imkân olan te’vilin, Hz. Peygamber’in vefatından sonra bu kelamı/metni yorumlayacak nihaî bir otorite bulunmaması sebebiyle sosyal, hukukî ve siyasî anlamda bir probleme dönüştüğünü vurguladı.
Bu noktada Gemuhluoğlu’na göre dinî ifadelerin yorumlanmasıyla ilgili iki ana eğilimden bahsedilebilir: İlk grubun bir ucunda, ifadelerin bilinen zahirî anlamları dışında her türlü dilsel delaletleri reddeden Selefiler bulunurken, diğer ucunda zahirî anlamların ötesinde mecazî delaletlerin bulunduğunu ve bazı ifadelerin mutlaka bu mecazî anlamlarla te’vil edilmesi gerektiğini savunan Mu‘tezilîler, bu hattın ortasında ise mecazî delaletleri kabul etmekle beraber, bu tür yorumların yapılmasını “mutlaklık” seviyesinde görmeyen Eş‘arî kelamcılar bulunmaktadır. İkinci grubun ise bir ucunda ifadelerin her türlü dilsel delaletlerini reddeden İsmailî-Bâtınîler yer alırken diğer ucunu ise gerçek mananın dilsel delaletlerden hareketle elde edilemeyeceğini kabul eden ancak ifadelerin zahirîni de ilahî kelamın tezahürlerinden biri olarak gören sufîler teşkil etmektedir. Filozofların te’vil konusundaki tutumu ise duruma göre bu iki uç noktanın arasında yer alan bir nitelik arz etmektedir.
Gazzâlî ve İbn Rüşd’ün te’vil konusundaki görüşlerini “Tehafütler tartışması” yerine düşünürlerin kendi sistemlerini bir bütün olarak ele alarak değerlendirmeyi tercih eden Gemuhluoğlu, Gazzâlî’nin te’vil teorisinin, onun ilahî kelam-metin, anlama ve yorum arasında kurduğu ilişkilerin özel bir biçimi olduğuna dikkat çekti. Gemuhluoğlu’nun tespitlerine göre Gazzâlî’nin tanımladığı biçimiyle yorum, ister “kabuk-öz” ilişkisinde kabuktan öze, isterse zahir-bâtın ilişkisinde zahirden bâtına geçişin adı olsun, artık dilsel delalet düzeyinin çok ötesinde, varoluşsal bir mana kazanmaktadır. Zira bu tür bir yorum gerçekleştiğinde, artık bir “metni” anlamaktan ve açıklamaktan değil, bizzat onu tecrübe etmekten ve onun bizi “dönüştürmesinden” söz ediyoruz demektir. Te’vil incelemesine Gazzâlî’nin varlıktan başlanmasının nedeni, mutlaklık seviyesinde düşünce ve dildeki bütün oluşların kaynağının varlık olması ve varlıktan sonra gelen her şeyin onunla anlam kazanmasıdır. Te’ville ilgili tartışmalarının dil eksenli olmasının nedeni, -özellikle Gazzâlî söz konusu olduğunda- anlamın kaynağının dil olması değil, dilin varlığa gidişte vasıta ve duyular ile zihnin süzgecinden geçen varlığın aynası olmasıdır. Bu nedenle öncelikle varlıktan başlayarak dile ve hatta dil sonrasına uzanıp yeni biçimlere giren varlığın izini sürmek en doğru yol olarak görünmektedir. Buna göre te’vil, mutlak anlamda, varlık, dil ve düşünce arasındaki bağın nasıl kurulduğunun araştırılması anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, Gemuhluoğlu’na göre Gazzâlî’nin te’vil teorisi ve yorumları, onun ontolojisi ve kozmolojisi ile iç içedir. Nitekim ontolojiyle bu şekilde ilişkilendirilen te’vil eylemi, Allah’ın zatı ve sıfatlarının anlaşılması için geliştirilen basit dilsel bir metot olmaktan çıkarak, sonsuz bir ilahî bilgiden neşet eden bir bilgiyle muhatap olan fani insanların bu bilgiyi anlama ve onunla ilgili sorumluluk alma aracına dönüşmüştür. Te’vil ve yorum böylece ilahî kelamın, varlığın farklı mertebelerindeki tahakkukunu anlamlandırma manasına gelmektedir.
Sunumunda ağırlıklı olarak Gazzâlî’nin te’vil teorisi üzerinde duran Gemuhluoğlu, bu yaklaşımının Gazzâlî’nin düşüncesine karşı beslediği şahsî ilgi ve sevgiden kaynaklandığını belirterek te’vil meselesine dair görüşlerini ele aldığı diğer düşünür olan İbn Rüşd’ün te’vil anlayışına dair görüşlerini nispeten kısa bir şekilde dinleyicilerle paylaştı. İbn Rüşd’ün te’vil teorisi ile ilgili olarak ortaya çıkan sonuçlar, onun düşüncesinde “anlama” ve “yorumlamanın” iki ayrı faaliyet olduğunu göstermektedir. Bu durum, filozofa göre, anlamaya konu olan her şey gibi ilahî metin için de geçerlidir. Filozofa göre, insanların idrak mertebelerine göre farklı tasdikler oluşmakta ve bu farklı tasdikler, aslında aynı hakikatin farklı anlam düzeylerine, kendilerine uygun metotlarla işaret etmektedir. Hatta bu metotlar, bizzat ilahî metnin kullandığı “anlatım” metotlarıdır. Ancak, ilahî metindeki gerçek niyetini anlamayı hedefleyen bir Kur’an araştırması, bu farklı metotların en üstünde yer alan “burhanî” seviyedeki bir tasdiki de “ilimde derinleşen” filozoflar için zorunlu kılmaktadır. Bu tasdik ise, yine Kur’an’ın işaret ettiği bir yolla, “te’vil” ile gerçekleşecektir. O halde te’vil, anlamanın ötesinde, metinde bir tasarrufta bulunmayı gerektirir ki bu da belli şartlarla gerçekleşecek bir yorumlama faaliyeti olacaktır.
Bu çerçevede İbn Rüşd’ün te’vil teorisiyle din-felsefe uzlaştırmasına dair düşüncelerini de gündeme getiren Gemuhluoğlu, her iki düşünürün de, Kur’an’ın yorumlanmasında, kelamcılar, sufîler, filozoflar ve batınîler tarafından geliştirilen metotların çıkardığı karmaşa ve tehlikeli sonuçları bertaraf etmek üzere halkın çoğunluğunu gözetici te’vil teorileri geliştirdiklerini vurguladı. Her ikisi düşünür de, Kur’anla ilişkilerinde, avamı, -herhangi bir yöntemi taklit etmeleri yerine hiç değilse anlamları dilsel uzlaşıma dayanan- zahire tutunmaya sevk etmekte birleşmektedirler. Ancak İbn Rüşd teorisini, bu yöntemle sınırlandırırken Gazzâlî, yeni ve üst bir yorum alanına kapı açmakta ve te’vile, teolojiye biçtiği “koruyucu” rol dışında bir önem izafe etmemektedir.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.