Batı Aydınlanmasının Yahudi Modernizasyonuna Etkisi: Moses Mendelssohn Örneği

Seda Özmen

6 Haziran 2015

Değerlendirme:Halil Aziz Velioğlu

Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi, düzenlediği Tezgâ htakiler toplantı dizisinin Haziran ayı programında Seda Özmen’i konuk etti. Oturumda, “Batı Aydınlanmasının Yahudi Modernizasyonuna Etkisi: Moses Mendelssohn Örneği” başlıklı bir sunum gerçekleştiren Özmen, konuşmasına Ortaçağ’dan Aydınlanma öncesine kadar Avrupa’daki Yahudi toplumunun genel durumunu izah ederek başladı.

Aydınlanma öncesi döneme kadar Avrupa genelinde Yahudiler’e karşı toplumsal, ekonomik sınırlamalar, dini baskılar, şiddet ve sürgün olaylarının söz konusu olduğunu belirten Özmen, Yahudiler’in Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde “getto” denilen ayrı mahallelerde yaşadıklarını, Hıristiyanlar’la aynı mahallelerde ya da sokaklarda oturmalarına izin verilmediğini ifade etti. Yahudiler’in gettolarında kendilerine ait eğitim merkezleri, dini kurumlar, mahkemeler, matbaalar ve eğlence yerleri bulunmaktaydı. Gettolardan çıkış zamanları belli bir takvime göre belirlenmişti; örneğin, Hıristiyanlar’ın kutsal günlerinde Yahudiler’in gettolarından çıkmaları yasaktı. Yahudiler gettolarından çıktıklarında ise, kendilerini tanıtacak çeşitli işaretler taşımaya zorlanmaktaydılar. Dolayısıyla Yahudiler’in Hıristiyanlar’la etkileşimleri oldukça sınırlı kalıyordu. Buna benzer şekilde getto içindeki Yahudi cemaati de, tabilerini dışarıya karşı sınırlandırmaktaydı. Gettonun muhafazakar bir yapısı vardı ve özellikle Yahudi din adamları bu yapının bozulmaması adına oldukça otoriter davranıyordu. Yahudiler iktisadi alanda da belli sınırlamalarla karşı kaşıya kalıyor, onların Hıristiyanlar’la aynı işi yapmalarına izin verilmiyordu. Ülkenin önemli ekonomik faaliyetlerinde Yahudiler yer alamıyor, ithalat ve ihracattan mahrum bırakılıyorlardı. Ekonomik faaliyetleri genelde seyyar satıcılık, tefecilik, ikinci el eşya satıcılığı, kitap basımı gibi az gelir getiren işlerle sınırlıydı. Buna rağmen Yahudiler’den daha ağır vergiler alınmaktaydı.

Özmen sunumuna, XVIII. yüzyıl Batı dünyasında düşünsel ve politik anlamda Aydınlanma döneminin büyük bir dönüşüm yarattığını ifade ederek devam etti. Bu değişimler Yahudiler’in yaşamlarında olumlu değişikliklere sebep olmuştur. Özellikle kilisenin toplum nezdindeki gücünü yitirmesi ve laik devlet tanımlarının yapılmasıyla birlikte Yahudiler’in dini inançlarından ötürü dışlanması azalmaya başlamıştır. Bunun yanısıra, Aydınlanma dönemi düşünürlerinin özgürlük, eşitlik ve hoşgörü bağlamında Yahudiler’e yönelik pozitif açıklamaları da bir takım olumlu gelişmelere neden olmuştur. Bu düşünürlerin ortak görüşü şuydu: Sırf dini farklılıklar nedeniyle Yahudiler’in zararlı oldukları sonucuna varılmamalıdır; aksine, ekonomiye katkıları bakımından topluma oldukça fayda sağlamaktadırlar. Bu değişimler sayesinde Avrupa’daki Yahudiler’in durumu iyiye gitmeye başlamıştır.

Aydınlanma dönemi kiliseye ve dini doğmalara karşı büyük bir eleştiri akımı başlatmıştır. Bu dönemde dini inançlara, dini kurumlara, ruhban sınıfına, Katolik kilisesine karşı bir çok eleştiri getirilmiş, peygamberlik ve vahiy gibi meseleler bilimsel şekilde ele alınmaya başlamıştır. Dolayısıyla “vahiy”, “peygamberlik”, “mucize” ve “ruhban sınıfı” gibi kavramlar önemli ölçüde değerini yitirmiş, yerine “akıl dini” denen bir kavram getirilmiştir. Buna göre, insanlar evrensel bir şekilde akıl yoluyla tanrı inancını, kaderi ve ruhun ölümsüzlüğünü kavrayabilirdi. Akıl dini aynı zamanda “doğal din” diye adlandırılıyordu ve bu din anlayışı, ahlâki anlamda güçlü, toplumda vicdani yükümlülükler ile manevi düşünceyi artıran, ancak herhangi bir yaptırıma haiz olmayan nitelikteydi.

Özmen’e göre, Yahudi Aydınlanması bu gelişmelerin yaşandığı Aydınlanma döneminden oldukça fazla etkilenmiştir. Özellikle belirli haklar çerçevesinde Hıristiyanlar’la aynı mahallelerde yaşamaya başlayan Yahudiler bu etkilenmede başat rol oynamıştır. Bu dönemde, üniversite eğitimi almış entelektüel Yahudiler ve Hıristiyanlar’la ticari faaliyetlerde bulunan zengin Yahudiler’in ön ayak olduğu, fikir babalığını Almanya’da yaşayan Yahudi filozof Moses Mendlssohn’un (1726-1789) yaptığı “Haskala” adında bir hareket başlamıştır. Haskala hareketi önce Almanya, Polanya ve merkez Avrupa’da ortaya çıkmış, daha sonra Litvanya gibi Yahudiler’in daha az yaşadığı bölgelere doğru yayılmıştır. Haskala hareketi içinde bulunanlar bilimsel çalışmalar yapmaya yönelmişler ve Yahudi cemaatinin içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulması için hurafe ve batıl inançlara karşı savaş açmışlardır. Yahudiler, geleneği korumaya çalışan bilim adamlarına karşı çıkarak bu din adamlarının bilimsel çalışmalara yönelik tutumlarını eleştirmiş, Yahudilik dininin akıl ve bilimle ters düşmediğini anlatmaya yönelik çalışmalar yapmışlardır. Haskala hareketi ayrıca makale, kitap, gazete, dergi ve editörlük üzerine birlikler kurarak dil ve literatür alanında da ilerleme sağlamıştır. Bu çalışmalarda, Haskala hareketi mensuplarının üzerinde durdukları dil İbranice ve Almanca idi. Çünkü o dönem geleneksel Yahudi cemaati İbranice ve Almanca’nın karışımından oluşan Yiddish dilini kullanıyordu. Ancak Haskala hareketi Batı toplumuna entegrasyonu sağlayamadığından, anlaşılması zor olduğundan ve sürgün dönemlerini anımsattığından dolayı bu dilin kullanılmasına karşı çıkıyordu. Bunun yanında, din adamlarının İbranice ettikleri duaların Yahudiler tarafından anlaşılmaması bu yenilik hareketinin Tevrat İbranicesinin anlaşılması yönünde çaba sarf etmesine, İbranice üzerine İbranice’yi tanıtan birçok kitap, makale, dergi basmasına neden olmuştur. Alman toplumuna Yahudiler’in entegrasyonunu kolaylaştırması için Almanca’nın Yahudiler’e öğretilmesinin şart olduğunu düşünen Haskala hareketi, İbranice’den Almanca’ya çeviri yapılmasını sağlamış ve Almanca pek çok dergi ile kitap basılmasına öncülük etmiştir. İlerleyen dönemlerde Yahudiliğin dilinin İbranice’den Almanca’ya bir dönüşümü söz konusu olmuş ve bir çok dua Almanca’ya çevrilmiştir. Yine bu dönemde, geleneksel görüşün tüm itirazlarına rağmen, Tevrat da bizzat Mendelssohn tarafından Almancaya çevrilmiştir. Haskala’nın genel olarak yaptığı yayınlar, makaleler, bilimsel çalışmalar, dini geleneği eleştiren yazılar modern Yahudi doktrinini oluşturmayı amaçlamaktaydı. Yahudi Aydınlanması bu bakımdan Batı Aydınlanmasının dine karşı olan eleştirel bakışını bir nevi takip etmekteydi.

Haskala hareketinin bu çapta dönüşümlere öncülük etmesinde Mendelssohn’un rolü oldukça büyüktür. Mendelssohn’un Yahudi kimliği, bir yandan kendi toplumunda saygı görmesini sağlarken filozof kimliği de ona Avrupa nezdinde kendisine itibar kazandırıyordu. Mendelssohn, Yiddiş dilinde konuşan bir Yahudi olarak 1743’te gelmiş, burada kısa sürede Almanca ve bunun yanında iyi okuyacak derecede Latince ile Yunanca öğrenmiştir. Herhangi bir özel eğitim almadan kendi çabalarıyla “İlk Çağ Yunan Felsefesi”, “Ortaçağ Yahudi Felsefesi” konularında uzmanlaşmıştır. Daha sonra Berlin’de felsefe alanında eserler vermeye başlamıştır. Mendelssohn, özellikle Maimonides’in akıl ve Yahudiliği uzlaştıran tavrından, onun felsefe ve akıl üzerine yazdığı çalışmalardan etkilenmiştir. Ayrıca, Hristiyan filozofların Hristiyan inancı ile aklı uzlaştıran tavırları da Mendelssohn’u oldukça etkilemiştir. “Tanrı inancı”, “ruhun ölümsüzlüğü” ve “ilahi kader” gibi insanın aklı ile ulaşabileceği konuların Yahudilik’le çelişen hiçbir yanı olmadığını iddia etmiş ve bu alanda çalışmalar yapmıştır.

Özmen, sunumunu Mendelssohn’un önemli eseri Jerusalem hakkında bilgiler vererek sonlandırdı. Buna göre Mendelssohn bu kitabı Yahudilik görüşünün Aydınlanma felsefesiyle uyum içerisinde olduğunu ispat etmek için yazmıştır. Bu kitabın ilk bölümünde Mendelssohn, din ve devlet farkına yer vererek, din ve devlet güçlerinin ayrılması gerektiği ifade etmiştir. Böylece bu iki kurumun birbirinin alanlarına müdahil olmalarından kaynaklanan sorunların ortadan kalkacağını belirtmiştir. Mendelssohn’a göre devlet, toplumsal huzuru sağlamak için yasa koyar, emir verir ve gerektiğinde ceza keser; ancak din asla böylesi bir güce sahip olamaz. Dinin yalnızca insanlara öğretme, onları ikna ve teselli etme gibi bir gücü olabilir. Bu ifadelerle Mendelsshon, Hıristiyanlık’taki aforozun karşılığı olan “Herem” cezasına karşı çıkarak, Yahudi din adamlarının otoritesini hedef almıştır. Din ve devletin bir arada olduğu İsrail Devleti’nin yıkılmasından sonra bedensel cezaların din adamları tarafından verilemeyeceği, “Şabat yasağı” cezası gibi dini bir cezanın artık uygulanamayacağını bunun kişiye sadece vicdani rahatsızlık getireceğini ifade etmiştir.

Kitabın ikinci bölümünde ise Yahudilik anlayışı açıklanmaktadır. Mendelsshon’a göre Yahudilik vahyedilmiş bir inanç doktrini değil, vahyedilmiş bir yasadır. Tanrı, Musa’ya Sina Dağı’nda Yasa’yı vahyetmiş, ancak inanmakla zorunlu tuttuğu herhangi bir inanç esasını bildirmemiştir. Dolayısıyla Yahudilik’te, Hristiyanlık ve İslam’dakinin tersine sabit, belli bir inanç esası yoktur. Aynı zamanda Yahudilik’te, Hristiyanlık’ta mevcut olan dogmatik taraf da bulunmamaktadır. Bundan dolayı, Yahudilik akıl dini, yani doğal din ile oldukça uyumludur. Mendelsshon düşüncesinde, dini yasaların tam manasıyla reddedilişi söz konusu değildir. Mevcut konjonktür dini yasaların uygulanmasına ne kadar fırsat veriyorsa bu uygulanmalı, ancak herhangi bir çelişki durumunda devletin yasasına tabi olunmalı ve din yasasında reform yapılmalıdır.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.