İşgalin 9. Yıldönümünde Irak

9 Mart  2012
Değerlendirme:
Merve Uğur

Mart ayı itibarıyla işgali üzerinden tam dokuz yıl geçen Irak’ın hâlihazırdaki durumu “İşgalin 9. Yıldönümünde Irak” panelinde tartışıldı. NTVprogram yapımcısı gazeteci-yazar Mete Çubukçu’nun katılamadığı panelde, SETA Dış Politika Direktörlüğünde araştırma asistanı olarak görev yapan Furkan Torlak ve Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Mesut Özcan, Irak’ın mevcut fotoğrafını çok iyi bir şekilde çektiler ve geleceğe ilişkin öngörülerini bizimle paylaştılar.

Furkan Torlak, Amerikan birliklerinin geri çekilmesinin ardından Irak’ın hem bugününe hem de geleceğine damgasını vuran temel meseleleri ve yeni düzen arayışlarını ele aldı. Aralık 2011’de yayınlanan raporunda[1] olduğu gibi panelde de şu beş temel mesele üzerinden konuyu değerlendirdi:

1. Egemenlik meselesi: Torlak, ABD’nin askerî anlamda çekilişini Irak’ın egemenlik problemiyle ilişkilendirdi. Buna göre Amerikan muharip birlikleri Haziran 2009-Ağustos 2010 döneminde aşamalı olarak Irak’tan ayrılırken 2011 itibarıyla Irak’ta, Irak ordusunu eğitme ve ülkedeki Amerikan misyonunu koruma dışında görevi olmayan, 2000-3000 askerden başka herhangi bir kuvveti kalmadı. Ancak ABD, 15.000 kişinin çalıştığı Amerikan Büyükelçiliği aracılığıyla Irak’taki varlığını bürokratik anlamda sürdürüyor. Dolayısıyla işgal aslında askerî boyuttan sivil boyuta taşınmış oldu. Öte yandan 1990’da Kuveyt’i işgali üzerine çıkan BM Güvenlik Konseyi kararıyla egemenliği sınırlanan Irak’ın bu meselesi, ABD’nin geri çekilme anlaşmalarındaki vaadine rağmen, Konsey’in Aralık 2011’deki aksi yöndeki kararı nedeniyle henüz çözülebilmiş değil.

2. Siyasî istikrar meselesi: İşgalden bu yana “doğrudan Amerikan yönetimi”, “Amerikan kontrolünde Irak yönetimi” ve “uluslararası toplum ve ABD etkisinde Irak yönetimi” olarak toplam altı ayrı yönetimin kurulduğu Irak’ta siyasî yapı Sünni, Şii ve Kürtler arasında etnik ve mezhepsel ayrım üzerine kurulu. Böyle bir yapıda taraflar karşılıklı güvensizlik içinde siyaset yapıyorlar. Kimlik üzerinden yapılan siyaset, hem hükümet çalışmalarına sekte vuruyor hem de toplumsal tabandaki kırılmaları derinleştiriyor. Öte yandan koalisyon pazarlıkları sırasında paylaşılamayan güvenlikle ilgili bakanlıklar (savunma ve içişleri bakanlığı ile ulusal güvenlikten sorumlu devlet bakanlığı) problem olmayı sürdürüyor. Başbakan Nuri el-Maliki’nin bu makamları bir yıl boyunca bizzat yönetmesi ve sonrasında vekâleten görevlendirdiği kişiler aracılığıyla elinde tutması hem Sünnileri hem de Şiileri kızdırıyor. Bu durum Irak’ta “Saddamlaşma” eğilimi olarak algılanıyor.

3. Birlik veya bölünme durumu: Torlak,Irak Anayasası’ndaki “federal bölge” kavramının tanımlanmamış bir kavram olup anayasanın bölgesel yönetimlere tanıdığı haklardan ötürü ülkedeki mevcut fay hatlarını tetikleyebilecek bir yapıda olduğuna dikkat çekti. Ardından etnik ve mezhepsel grupların federalizme bakışlarını değerlendirdi. Buna göre, başta federalizme olumlu bakan Şii yönetimi, Irak’ın bütününü kontrol edebilecek gücü erişince Kürt Bölgesel Yönetiminin varlığından rahatsızlık duymaya başladı. Başta bölgesel yönetime karşı çıkan Sünni Araplar ise, Şiiler ve Kürtler karşısında dezavantajlı konuma düşmeleri üzerine, kendi bölgesel yönetimlerini kurma taleplerini dillendirir hale geldi. Torlak, “normalleşme” henüz sağlanamadığı için hiçbir statü verilemeyen Kerkük gibi anlaşmazlık bölgeleri olduğunu da hatırlattı. Kısaca Irak’ta birliği sağlayacak anayasal bir zemin olmadığı gibi ayrışmayı tetikleyen birçok sebep olduğuna vurgu yaptı.

4. Güvenlik meselesi: Irak ordusu hava ve deniz kuvvetlerinden ziyade iç güvenliği sağlamaya odaklı piyade birliklerinden oluşuyor. Bu haliyle ordunun, Genelkurmay Başkanı Babekir Zebari’nin deyimiyle, 2030 yılına kadar dışarıdan gelecek herhangi bir saldırıya karşı koyacak gücü yok. Ayrıca etnik ve mezhepsel ayrılıklar nedeniyle ordu iç güvenliği sağlamakta da yetersiz. Ordu içinde bir de “eski subay”-“yeni subay” tartışması var; yeni subaylar eskileri diktatörlükle, eski subaylar ise yenileri İran ajanlığıyla suçluyor. Öte yandan Irak’ta ikili bir ordu yapısı var; Kürt Bölgesel Yönetiminin ordusu ile merkezî yönetimin ordusu ileride Kerkük gibi anlaşmazlık bölgelerinde çatışmaya dahi girebilir.

5. Çekilme sonrası Irak’ta jeopolitik boşluk meselesi: Amerika’nın Irak’tan çekilmesinin bir jeopolitik boşluk oluşturduğu görüşüne karşılık Torlak, başlarda işgalci güç olarak görülen ABD’nin artık Irak’ın iç meseleleri ile ilgili problemlerde hem Sünniler hem Şiiler hem de Kürtler tarafından hakem konumuna getirildiğine dikkat çekti. Diğer yandan ülkedeki Amerikan birliklerinin Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan’a çekildiğini, yani herhangi bir sorun çıkması durumunda çok kısa bir sürede Irak’a geri dönebileceğini söyledi. Amerikan ordunun halen Irak’ın hava ve deniz sahasını kontrol ettiğini de sözlerine ekledi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu’daki jeopolitik dengeleri değerlendirirken iç içe geçmiş üç üçgenden söz eder. Buna göre dış üçgendeki dengeleyiciler Türkiye-Mısır-İran, iç üçgendeki dengeleyiciler Suudi Arabistan-Irak-Suriye, en iç üçgendeki dengeleyiciler ise Ürdün-Filistin-Lübnan’dır. Torlak, Irak’ın ortadaki üçgende yer alan dengeleyici bir unsur olmasının yanında bir de Basra jeopolitiğinde yer alan üç temel güçten (İran-Irak-Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri) birisi olduğunu söyledi. Irak’ın kuruluşundan Amerikan işgaline kadar geçen dönemde garnizon görevi gördüğüne, özellikle 1980’lerden itibaren Körfez İşbirliği Konseyi tarafından İran’a karşı dengeleyici bir unsur olarak kullanıldığına dikkat çeken Torlak, Irak’ın İran’ı dengeleyici bir unsur olarak kullanılması durumunun Amerikan işgaliyle birlikte son bulduğunu, hatta sürecin tam tersine döndüğünü sözlerine ekledi.

Mesut Özcan, Irak’ın Türk dış politikasındaki yerini ve önemini irdelediği konuşmasının başında 2003’teki işgal öncesinde yaşanan tezkere krizinin Irak siyasetimize olumlu ve olumsuz yansımalarını değerlendirdi. Bu bağlamda Türkiye’nin Irak’taki gelişmelere, hele de bölünme senaryolarına karşı, müdahil olamaz hale gelmesi Ankara açısından büyük bir handikaptı. Buna rağmen Ankara, Irak’taki bütün etnik ve mezhepsel grupların temsilcilerini Türkiye’ye getirerek anayasanın ve seçim kanununun yazılması ve devlet yapısının tesisi noktasında yeniden inşa sürecine etki etmeye çalıştı.

Türkiye’nin sürekli olarak Irak’ın birliğine vurgu yaptığını söyleyen Özcan’a göre, Irak’ın bütünlüğünün korunması sadece Kürt sorunu bağlamında Türkiye’nin iç siyaseti için değil, bölgedeki istikrarın devamı için de önemli. Başlangıçta federasyona karşı olan Türkiye, süreci pek de etkileyemeyeceğini anlayınca, Irak’ın bölünmemesi ve demokratik bir yapı içerisinde federal bir sistem dahi olsa birliğin sağlanması yönünde bir tavır benimsedi.

Türkiye özellikle 2005-2006’dan itibaren Irak politikasını yavaş yavaş Türkmen ekseninden ve Kürt sorunu bağlamından çıkartarak aşamalı bir şekilde Irak’ın tüm etnik ve mezhepsel gruplarıyla temas kuran bir politikaya dönüştürdü. Kürt bölgesiyle iyi ilişkilerin temelleri de bu dönemde atıldı. Özellikle “kaybeden taraf” psikolojisiyle hareket eden Sünni Arapları 2005’ten itibaren yavaş yavaş siyasal sürece angaje etmeye, seçimlere katılma konusunda iknaya çalıştı. Özcan’a göre Türkiye eğer politikasını bu şekilde dönüştürmeseydi, tamamen İran etkisinde veya İran’ın etkisine açık bir Irak’la karşı karşıya kalacaktı.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2007’deki ABD ziyaretinden sonra Türkiye’nin Irak’taki Kürtlerle daha fazla temas kurmaya, Kürt yönetiminin de Ankara’nın PKK noktasındaki endişelerine daha fazla cevap vermeye başladığını belirten Özcan, bu yakınlaşmanın iktisadî sonuçlarına dikkat çekti. Özellikle küçük ve orta ölçekli Türk şirketleri Irak’taki etkinliklerini artırırken müteahhitlik firmaları da Kürt bölgesinde ciddi bir inşaat faaliyetine girişti. 2010-2011 yıllarında başta Kuzey Irak olmak üzere Irak’ın genelinde en fazla yatırım yapanlar Türklerdi.

İlişkilerin sadece güvenlik ekseninde şekillenmesini istemeyen Ankara, Bağdat yönetimiyle Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurarak siyasî, iktisadî ve kültürel işbirliğini daha da derinleştirmek ve diğer alanlara da yayarak kalıcı hale getirmek üzere çeşitli adımlar attı. İki ülke bakanlarının biraraya geldiği ortak bakanlar kurulu toplantılarında kırkı aşkın anlaşmaya imza kondu. Ancak Başbakan Nuri el-Maliki ile ilişkilerin zedelendiği son dönemde bu toplantılar da akamete uğramış durumda.

Özcan, Irak Başbakanı Maliki ile Türkiye’nin ilişkilerinin bozulmasını, 2010 seçimlerinde Ankara’nın daha kozmopolit ve seküler bir yapıya sahip olan el-Irakiyye grubunu belirli ölçülerde desteklemesine ve ardından mezhepsel ve etnik çizgiden uzak, birleştirici bir koalisyon hükümeti kurulması yönünde verdiği çabalara bağladı. Nitekim Maliki, Ankara’nın el-Irakiyye grubunu desteklemesini kendisine karşı alınmış bir tavır olarak değerlendirdi ve yeni dönemde Türkiye ile ilişkilerine mesafe koymaya çalıştı.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi’nin Başbakan Maliki tarafından suçlanması ve tutuklanma girişimine karşı Kürt bölgesine kaçmasından sonra ülkede siyasî ortam daha da gerginleşti ve bu, Bağdat-Ankara ilişkilerini olumsuz yönde etkiler hale geldi. Özcan’a göre Türkiye, tek adamın işin başında olduğu, diğer grupların süreçten dışlandığı bir yapıdan memnun değil. Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin sağlık sorunları nedeniyle siyasî sürece pek müdahale edememesi de Irak için büyük bir handikap; zira bu durum Maliki’nin tek adam portresini güçlendiriyor. Şu an Irak’taki temel mesele, Özcan’a göre, yönetimde denge unsurunun bulunmaması. “Arap Baharı” sürecinde herkesin dikkatini Ortadoğu’nun kaotik ortamına yoğunlaştırması nedeniyle Irak’taki sorunlar pek gündeme gelemiyor. Böyle bir ortamda hem Haşimi krizinin hem de Irak içi gerilimlerin derinleşme ihtimali oldukça yüksek.

Bu önemli paneli merak edenler, aşağıdaki linke yüklenen videodan izleyebilir:

http://bisav.org.tr/merkez.aspx?module=panelayrinti&menuID=6_6&merkezid=6&panelid=49&icerikid=21

 

[1]Furkan Torlak ve Ufuk Ulutaş, “Çekilme Sonrası Irak’ta Düzen Arayışı”, SETA Analiz no: 49.

 

خيار المحررين

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


تابعنا

الاشتراك في النشرة الإخبارية لدينا لتلقي الأخبار والتحديثات.