- الصفحة الرئيسية
- المنشورات
- BULLETIN ARCHIVE
- Issue 57 Year: 2005
- Türk Kültüründe Üslup Meselesi
Türk Kültüründe Üslup Meselesi
Turgut Cansever
12 Mart 2005
Değerlendirme: A l i m A r l ı
Değerlendirme: A l i m A r l ı
Kış Seminerleri çerçevesinde, “Türk Kültüründe Üslup Meselesi” konulu toplantıda Türk mimarisinin yaşayan en özgün ve önemli ismi Turgut Cansever’i dinledik. Üç kez dünyanın en itibarlı mimarlık ödüllerinden biri olan Ağa Han mimarlık ödülünü alan Turgut Cansever, geleneksel Türk mimarisine kendi üslup özelliklerini katabilmiş nadir sanatçılarımızdan birisi. Cansever konuşmasında Türk toplumlarının üslup meseleleri hakkında estetik tarihimizden birçok önemli ayrıntı ile bağlantılı bilgelik dolu zengin bir “üslup” değerlendirmesi yaptı.
Çağdaş sanat akımlarının ve ayrıca şehir plancıları, mimar ve düşünürlerin üzerinde dikkatle durdukları “üslup” konusunun günümüzde yeniden ortaya çıkan önemi ise, yaşanılabilir güzel tabiî ve sosyal çevrenin oluşturulması meselesi etrafında düğümlenmektedir. Cansever konuşmasına, üslubun sanat ve yönetimde genellikle şekle ait bir mesele olarak kabul edilebileceğini, fakat daha derinde hayata ilişkin fikrî ve fiilî bir tutarlılık gerektiren estetik-metafizik bir tutuma tekâbül eden bir muhtevaya sahip bir konu olduğunu vurgulayarak başladı. Bir toplumun fikrî ve hissî dünyasında, kendisini en sofistike biçimde dışa vurduğu alan üslup alanıdır. Şiir, müzik, resim gibi sanatlarda ve ayrıca idare gibi alanlarda üslubu oluşturan “şekiller”, içinde ortaya çıktığı toplumun estetik temelini-düzeyini de gösterir. Estetik burada sadece belirli bir duygunun veya fikrin dışavurumu olarak değil, hayata bakışta içsel bir tutarlılığı da gerektiren bir alan olarak anlaşılmalıdır. Türk-İslâm sanatları ve bunun hayatın bütün alanlarına yansıyan tarafları bu tutarlı üslubu gözeten bir esasa dayanmaktaydı. Bu üslup nasıl doğdu ve nasıl gelişti? Cansever, İslâm öncesi dönemde Türk-Uygur sanatında Budizm’den etkiler taşıyan “primitive” üslup özelliklerine rastlandığını ve bu dönemden gelen “bazı” doğrular ile İslâm sanatından gelen diğer bazı doğruların sonradan etkileşim içine girdiğine değindi. Fakat yine de Türk-İslâm sanatının üsluba müteallik derin kavrayışının, özellikle tasavvuf düşüncesinin etkileri altında geliştiğini vurguladı. Cansever, üslubun, insanın üst varlık mertebesinde ulaştığı bir çözümlemenin en büyük semboller ile ortaya konduğu bir tavır olarak değerlendirilebileceğini belirtti. İnsanın maddî hayatı, psikolojik yönelişleri, istekleri, tutumları bu çözümlemenin birer dışavurumu ve ruhun maddede ifadesini bulduğu dramatizasyonu olarak okunabilir. Türk-İslâm sanatları ve düşüncesi, dayandığı temel ilkeleri Hz. Peygamber’in bütün dünya tarihini ve insanlığı derinden etkileyen tamamıyla tutarlı istisnaî üslubundan almıştır. Bu istisnaî üslup siyasete, sanata, hayata ilişkin tutumlara, dünyaya eklenen güzelliklere ve çalışma hayatına yansıyan sonsuz bir etkiye sahiptir. Turgut Cansever bunun açıklamasını ise, Muhyiddin İbn Arabî’nin Füsusü’l-Hikem’de ortaya koyduğunu belirtti. Önceki peygamberlerin hikmetlerine Hz Peygamber’in, tekâmülün son aşamasını temsil eden iki hikmeti daha eklediğini ve bunların ise; tezyînâtın ve sosyal hayatta olgunluğun temelini oluşturan ferdiyetin yüceliği ile özellikle kadın sevgisi ile tezâhür eden güzellik sevgisi olduğunu ifade etti. Türk-İslâm sanatı ve düşüncesi, insanlığın sahip olduğu hikmetler ile bu hikmetleri biraraya getiren ve bunu ferdiyetin yüceliği içinde mezceden bir temele dayanmaktaydı. Müzik, şiir, mimari gibi alanlardaki yeni üslup arayışlarının yakın tarihimize kadar gelen bu hikmetleri anlayıp-yorumlamak zorunluluğundan bahsetti. Cansever, örnek olarak tutarlı bir yaklaşımın önemli bir göstergesinin, eğer gidilen yol yanlış ise bundan kişinin kendi rızası ile dönmesi ve o yolu terk etmesi gerekliliğini görmesi olduğunu belirtti. Çağdaş dünyanın bu anlamda ilk bakışta görünen birçok sorunun kökeninin, temelde derin manasıyla üsluba ve standartlara ait konular olduğunu vurguladı.
Cansever’in de ifadesi ile çağdaş mimarinin önemli isimleri olan Frank Lloyd Wright ve Le Corbusier (üslup yaklaşımının pek çok özelliğini 1920’lerde İstanbul’da geçirdiği yıllarda Türk mimarisinden almıştır) gibi isimler yukarıda bahsedilen yüksek estetiğin standartlarını kurmaya çalışarak ömürlerini geçirdiler. Bu hususta belirli mesafeler almakla beraber tam anlamıyla başarılı olamadılar. Çünkü standartlar, zevkler ve üslup arasındaki ilişkiler aynı zamanda inanca ilişkin bazı önceliklere ve gerekliliklere de ihtiyaç hissetmektedir. Bu durum Cansever’e göre sadece Türkiye’de değil bütün dünyada ihtiyacı duyulan bir meseledir. Yeni üslup arayışları; “savaşın çığlıklarını ve gürültüsünü müziğe olduğu gibi taşıyan Beethoven’ın telkin edici tarzından veyahut insanları hakikati duyması için keskin ve delici seslerle ikaz eden Çin müziğinin üslup şekillerinin benzerlerinden” uzak durmak zorundadır. İnsanın iç ahengiyle, oluşun süreklilik ve kesiklikler içeren ritmini ve akışını buluşturan yeni tarzlara yani bilgeliğin geleceğe uzanan eskimeyen ışıltılarına yönünü çevirmek zorundadır. Buradan bakıldığında Türk düşüncesinin genel üslup meselesi, büyük geleneksel estetik ile güncel vurdumduymazlığın, anlaşılamamış “gelenek” ile algılanamamış modernin, acil zaruri ihtiyaçlar ile vazgeçilmez standartların cahilane yıkımı arasında yolunu kaybetmiş bir vaziyette durmuş gözükmektedir. Yürünecek yolun uzun olduğu kesindir. Fakat her şeye rağmen, her hal ve şart altında, “insanın temel vazifesi dünyayı güzelleştirmektir.”
SEMINARS
As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.
MORE INFO