2017’de Türk Dış Politikası

Mesut Özcan, Vügar İmanbeyli, Hasan Kösebalaban, Galip Dalay

Değerlendirme: Emirhan Özkan

Küresel Araştırmalar Merkezi’nin her sene sonunda Türkiye’nin dış politikasını değerlendirmek üzere düzenlediği dış politika paneli “2017’de Türk Dış Politikası” başlığıyla 23 Aralık 2017’de gerçekleşti. Oturum başkanlığını Doç. Dr. Mesut Özcan’ın üstlendiği toplantıda, Türkiye-Transatlantik ilişkilerini İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi Doç. Dr. Hasan Kösebalaban, Türkiye-Ortadoğu ilişkilerini Al Sharq Forum Araştırma Direktörü Galip Dalay, ve Türkiye-Avrasya ilişkilerini İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Vügar İmanbeyli değerlendirdi.

Doç. Dr. Hasan Kösebalaban, 2017 yılındaki Türkiye-Amerika ilişkilerini bir kriz dönemi olarak nitelendirdi. Bu krizi açıklamak için ise, Obama’nın Amerikan başkanlığına gelişinden günümüze dört periyotluk bir çerçeve çizdi. Obama’nın 2009’dan 2013’e kadar süren başkanlık döneminde, Türk-Amerikan ilişkilerinin model ortaklık konsepti üzerinden tanımlandığının altını çizen Kösebalaban, özellikle Arap Baharı’nın ilk yıllarında Türk-Amerikan ilişkilerinin senkronize ilerlediğini belirtti. Bununla beraber Obama döneminin devamında uygulanan Amerikan politikalarıyla ilişkiler gerildi. Bu dönem konuşmacının ikinci döneminin sınırlarını çiziyor. Bu dönemde Mısır’da Mursi yönetimine yönelik darbeye karşı Amerika’nın tutumu ve Suriye’de PYD’ye verilen açık destek Türkiye’nin tepkisini çeken ve ilişkilerin gerginliğini tırmandıran başlıca olaylar. Kösebalaban’a göre, Türkiye başkan değişikliği ile yeni bir dönem açılacağını umdu ve Obama döneminde ortaya çıkan sorunların yeni yönetimle iyi ilişkiler kurularak çözülebileceğini hesapladı. Bu sorunların en önemlileri 15 Temmuz sonrası FETÖ lideri Fethullah Gülen’in iade krizi ile PYD’ye verilen Amerikan desteği. Kösebalaban bu dönemde Türkiye’yi endişelendiren bir diğer gelişmenin ise İran’ın bölgede artan nüfuzuna karşılık nükleer anlaşmanın güvenliği sebebiyle Amerika’nın buna açıkça tavır koymaması olduğunu vurguladı. Kösebalaban’ın çizdiği bu süreçte Obama’nın göreve gelmesiyle gelişme eğilimine giren Türk-Amerikan ilişkilerinin özellikle Ortadoğu’daki politikalarından kaynaklı farklı duruşların ve ayrıca Amerika’nın 15 Temmuz sonrası tavrının neticesinde Trump dönemine olumsuz bir miras bıraktığını görebiliriz.

Kösebalaban, Trump dönemini de ikiye ayırdı. Obama döneminin aksine bu kısımlandırma Türk hükümetinin tavrına göre yapıldı. İlk periyotta Trump’ın göreve gelmesi ile sorunların çözümünü uman Türkiye, Trump’ın gerek İran’a karşı sert dilini gerekse bazı Müslüman ülkelere yönelik giriş yasağını ya görmezden geldi ya da bu gelişmeleri Trump’tan ziyade Trump’ın etrafındaki Amerikan müesses nizamına atfetti. Bununla beraber bu dönemde sorunlar azalmadı, aksine arttı. PYD’ye Amerikan desteği devam etti. Fethullah Gülen’in iadesine yönelik bir gelişme yaşanmadı. Zarrab davası çerçevesinde eski bir bakan hakkında tutuklama talebinde bulunuldu. Türkiye’nin Amerikan konsolosluğundaki bazı personelleri tutuklaması sonrasında vize krizi ortaya çıktı. Erdoğan’ın korumalarının karıştığı olaylardan ötürü haklarında tutuklama kararı verildi. Bu dönemi sonlandıran ve Türkiye’nin Trump’ı sorumlu tutmaya başlamasına ve doğrudan kendisini eleştirmesine neden olan olay ise Amerika’nın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı oldu. Konuşmacıya göre, bu kırılma noktası sonrasında, Türk-Amerikan ilişkileri dördüncü periyoda girmiş oldu.  

Kösebalaban, Türk-Amerikan ilişkilerine yönelik çizdiği bu genel tablo sonrasında, çeşitli noktalara vurgu yaparak konuşmasını bitirdi. Bunlardan ilki, Türkiye-ABD ilişkisinin alternatiflerinin güçlü olmaması ve bu durumun Türkiye için sakıncalarıydı. Kösebalaban’a göre Türkiye bu dönemde Batı’nın diğer aktörleri ile de kriz yaşamasaydı kötüleşen Türk-Amerikan ilişkileri telafi edilebilirdi. Buna mukabil Türkiye-Avrupa ilişkileri sürekli bir düşüş seyri izledi. Kösebalaban ise Avrupa ile ilişkilerin düzeltilmesinin ABD’den daha kolay olacağı görüşünde ve bu bağlamda Türkiye’nin Avrupa ve AB ile ilişkilerini iyileştirilmesini savunuyor.

Panelin Türkiye-Ortadoğu ilişkilerinin sunumunu Galip Dalay gerçekleştirdi. 2017’de Türk dış politikasının Ortadoğu’ya yönelik değişimlerinin 2-3 yıllık bir projeksiyonla değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Dalay, Türkiye’nin dış politikasında 2015’ten itibaren işleyen bir eğilim olduğunun altını çizdi. Konuşmacıya göre Türkiye’nin söylemi bu yıldan itibaren bölgesel düzlemden ayrıldı ve yerini ulusal güvenlik vurgusunun, güvenlikleştirici dilin baskın olduğu bir söyleme bıraktı. Bu bağlamda Türkiye’nin aktif olduğu coğrafyanın ölçeği ciddi anlamda küçüldü ve hatta Irak ve Suriye’nin kuzeyi ile sınırlandı. Dalay iddiasını Türkiye’nin Suriye masasındaki hali ile örneklendirdi. Suriye müzakerelerinde ne istediği belirgin, sınırları ve kırmızıçizgisi en net olan ülke Türkiye ancak diğer ülkelerin aksine Suriye’deki savaşın çözümü ve siyasal geleceği için bir tasavvuru yok. Bununla beraber Kudüs krizinde veya Körfez krizinde görülebileceği üzere Türkiye’nin nüfuzu hâlâ belirli başlıklarda hissedilebiliyor. Dalay Türk dış politikasının bölgedeki eğişimi için ayrıca ittifak ilişkilerinin hırpalanmasını işaret etti. Arap Baharı’nın tersine dönmesiyle zayıflayan İhvan, El Nahda gibi hareketler ile Irak Kürtleri ile referandum sonrası yaşananlar buna örnek teşkil etmektedir.

Galip Dalay verdiği genel çerçevenin ardından dış politikaya yönelik temel eleştirilerini sıraladı. Öncelikle, Türk dış politikasının vizyon eksikliğinin altını çizdi ve Türkiye’nin bölgedeki olaylara gösterdiği reaksiyonların toplamının dış politika olarak sunulduğunu iddia etti. Burada konuşmacının meselenin çözümünün sadece Türkiye’nin bölgeye bakışıyla alakalı olmadığını, Türkiye’nin dünya politikasını nasıl okuduğu ile iç politika ve ekonomi vizyonlarıyla da ilgili olduğunu belirtmesi kayda değer, ciddi bir eleştiri. Dalay’ın bir diğer uyarısı Rusya’nın Türkiye’nin artık aynı zamanda güney komşusu olması üzerine oldu. Dalay, bu gelişmelerin uzun vadede Türkiye’yi sıkıştırabileceğini belirtti. Bir diğer dengesizliğin de İran ile yakınlaşma olduğunu iddia eden konuşmacı Suudi Arabistan ile İran arasında artan çekişmenin ve bunun bölgesel yansımalarının önemine işaret etti ve Türkiye’nin daha dengeli bir pozisyon alması gerektiğini ima etti. Bu bağlamda Kuveyt, Umman, Ürdün gibi gerilimden rahatsız olan diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi çağrısında bulundu. Dalay son olarak Türkiye’nin özellikle Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini savundu ve bunun Türkiye’nin bölgedeki etkisinde de olumlu yansımaları olacağını ima etti

Dalay altı başlıkta çeşitli önerilerde bulunarak konuşmasını tamamladı. İlk olarak bölgede devam eden Sünni marjinalleşmesine dikkat çeken Dalay, Türkiye’nin bu krizi tek başına çözemeyeceğini ama bunu dikkate alması gerektiğini savundu. Ayrıca uyarılarında da yer verdiği Suudi Arabistan-İran çekişmesinde Türkiye’nin tarafsız kalmasının gerekliliğini vurguladı. Türkiye’nin ciddiye alması gereken diğer önemli bölgesel gelişmenin ise güneyinde oluşan Şii milis kuşağı olduğunu belirtti. Dalay’ın dördüncü politika tavsiyesi ise, Türkiye’nin devlet-dışı aktörlere daha fazla önem vermesi gerektiğiydi. Bölgedeki devletlerin devlet-dışı aktörlere giderek entegre olduğunu ifade eden Dalay, Türkiye’nin bu alanda rahat hareket edemediğini belirtti. Konuşmacı buna ilaveten Türkiye’nin bölgedeki Kürtlerden beklentisini netleştirmesi gerektiğini iddia etti. Bu bağlamda Türkiye’nin nasıl bir statüko istediğinin, nerden itibaren Kürtlerle siyasal düzlemde iletişim kuracağının sınırlarını belirlemesi gerektiğini savundu. Son olarak, Dalay bölgede zayıflamış görünen IŞİD, El Kaide gibi örgütlerin bölgede farklı formlarda, yapı değiştirerek devam ettiğini ve Türkiye’nin gerekli tedbirleri almasının önemine işaret ederek sunumunu sonlandırdı.

Panelin son konuşmacısı Doç. Dr. Vügar İmanbeyli, Türkiye-Avrasya ilişkileri üzerine hakkında konuştu. Türkiye’nin Avrasya bölgesi ile özellikle Soğuk Savaş sonrasında ilişkilerini artırdığını belirten İmanbeyli, bu ilginin 1990’ların ortalarından itibaren azaldığını iddia etti. Bu dönemde Rusya ile Çeçen sorunu ve S300 krizinden ötürü yaşanan soğuk barış dönemine dikkat çekti. 2000’lerde yaşanan Türkiye-Rusya yakınlaşmasının ise özellikle Türkiye’nin istediğini iddia eden konuşmacı, bu dönemdeki Rus dış politika doktrinlerinde Türkiye’nin adının bile geçmemesinin tuhaflığına işaret etti. 

İmanbeyli 2017 yılında Türkiye’nin Avrasya ile iletişimini Rusya üzerinden yürüttüğünü iddia etti ve bu dönemi Türkiye ile Rusya’nın uçak krizi sonrası iyileşmenin zirve yaptığı dönem olarak nitelendirdi. Bununla beraber Türkiye-Rusya ilişkilerinde bu tip yakınlaşmaların sık olduğu, bununla beraber bu yakınlaşmaların hep Rusya lehine bir bağımlılık ilişkisi üzerinden tanımlandığı tespit ve uyarısında bulundu. Uçak krizi öncesi görece karşılıklı bağımlılık düzeyinde olan ilişkilerin, kriz sonrası tekrar tek taraflı bağımlılık biçimine girdiğini iddia etti. Özellikle Rusya’nın siyasi çıkarları için ekonomik çıkarlarını rahatlıkla göz ardı edebileceğini göstermesi bunda etkili oldu. Bu bağımlılığın göstergeleri olarak dış ticaretteki Rusya lehine denge, Rus ihracat ürünlerinin stratejik mahiyette oluşu, Türkiye’nin doğalgazdan nükleere uzanan artan enerji bağımlılığı gösterildi. İmanbeyli, Türkiye-Rusya ilişkilerinin stratejik bir ortaklıktan uzak olduğu, çok kırılgan ve bölgesel gelişmelere bağımlı bir mahiyette olduğu tespitinde bulundu. 

Türkiye’nin Rusya dışında temasta olduğu Avrasya ülkeleri arasında Ukrayna, Kazakistan, Azerbaycan ve Özbekistan sayıldı. Özellikle Azerbaycan ile artan askeri tatbikatların önemine işaret eden İmanbeyli, Özbekistan ile üst düzey diyalogun tekrar kurulmasının da altını çizdi. Bu dönemde Türkiye-Avrasya ilişkilerinde öne çıkan bir diğer gelişme ise üçlü mekanizmaların artan görünürlüğü oldu. Buna mukabil, İmanbeyli son iki senedir Türk Keneşi zirvesinin toplanmadığına işaret etti. Konuşmacı son olarak Türkiye’nin Avrasya ile ilişkileri bağlamında zaman zaman gündeme gelen Şanghay İşbirliği Örgütü’nün hiçbir zaman AB’nin alternatifi olamayacağını savundu ve Türkiye’nin üyeliği gibi bir gelişmenin olmayacağı tahmininde bulundu. 

EDITOR'S CHOICE

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


FOLLOW US

Add your e-mail address here to be informed about our programs (seminars, symposiums, panels, etc.).