Türk Sekülerleşmesi İncelemelerinde Paradigma Değişimine Doğru

Nurullah Ardıç, Zübeyir Nişancı

Değerlendirme: Betül Sezgin

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği, Makâlât program serisinin Şubat ayı konuğu TALİD’de[1] çıkan makalesiyle Nurullah Ardıç’tı.

Ardıç konuşmasına Türkiye’de sekülerleşme meselesine dair olan literatürü değerlendirerek başladı. Sekülerleşme din-devlet ya da kilise-devlet ayrışmasıyla ilgilidir. Türkiye’de bu şekilde bir ayrım yoktur. Fakat Batıdaki bu süreç Türkiye’ye de teşmil ederek bu çerçeveden bakılmıştır. Türkiye’de modernleşme süreci ve onun bir boyutu olan sekülerleşme, iki gücün mücadelesi yanında modern-gelenek çatışması, ilericilik-gericilik, aydınlanma ve onun zıtları olarak da anlaşılmıştır. Ardıç, sürecin anlaşılmasını kolaylaştırmak için literatürdeki iki yaklaşımdan yola çıkarak tartışmasını genişlettiğini söyledi. İlk yaklaşım olarak 1960-70’li yıllarda popüler olan “çatışmacı yaklaşım”ı ele aldı. Batıda yaşanan sürecin Batı dışında da yaşandığını varsayan bu yaklaşım içinde Tarık Zafer Tunaya, Bernard Lewis, Feroz Ahmed, Niyazi Berkes, Seçil Karal Akgün gibi isimleri anmak uygundur. Bu yaklaşımın temel sorunlarından biri teleoloji meselesi üzerinedir. Modernleşme hikâyesi doğuş metaforu olarak geri döndürülemez bir süreç olarak kabul edilmekle beraber ileriye doğru yapılan hamlelere işaret etmektedir. Burada modernleşme ile batılılaşma özdeşleştirilerek, telosu gerçekleştirmek için ortaya çıkan olaylar silsilesinin olduğu varsayılmaktadır. Bu yüzden yaklaşıma dahil edilen isimlerin, Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki süreklilikleri görmeyip sadece kopuşlara odaklanmayı tercih ettiklerini söylemek mümkündür. Geleneğin güçleriyle değişimin güçlerinin kıyasıya mücadelesiyle karşılaştığımız yaklaşımda, sekülerleşme süreci köhnemiş ya da geri kalmış olan Ortaçağ zihniyetinin terk edilmesi olarak görülmektedir. Bu yaklaşıma genel olarak bakıldığında “Avrupa merkezci, teleolojik, işlevselci ve oryantalist yaklaşımın etkisinde” bir yapısının olduğunu söylenebilir. Bunların yanında Osmanlı ve Cumhuriyet dünyalarının homojen bütünler olduğunu, dinamik olmadıklarını, daha çok statik bütünler olduğunu iddia ettiği; süreklilikler yerine kopuşlara odaklandığı, pozitivist epistemolojiye dayandığı belirtilebilir.

Ardıç, ikinci olarak “alternatif/intibak yaklaşım”dan bahsetti. Bu yaklaşımın altında Şerif Mardin, Kemal Karpat, Eric J. Zurcher, Mete Tunçay, Ahmet Davutoğlu, Mümtazer Türköne, İsmail Kara, Suat Mertoğlu, Sami Erdem gibi isimlere yer verdi. Bu isimleri bir araya getiren ortak nokta ise karmaşık süreci basitleştirmeden, ikili zıtlıklardan uzak durarak sürece daha eleştirel bakmalarıdır. Öncelikle süreci, çalışırken modern-gelenek gibi ikiliklerden sıyırmaya çalışmışlardır. Abdülhamit döneminde ortaya çıkan yeni Müslüman sınıfı, İslami camia olarak görmektedirler. Bu süreçte Osmanlı ve Cumhuriyet arasında kopukluktan ziyade süreklilik vurgusu vardır. Şerif Mardin’in yaptığı, modernleşmenin İslami bir yönde gerçekleştiği, Cumhuriyet döneminde de İslam’ın en önemli sosyal güç olduğu vurgusu önemlidir. Bu yaklaşım altındaki isimler genel olarak felsefi düzlemde, modernle İslam arasındaki çatışmayı inkâr etmemekte, politik ve pratik düzlemdeki ilişkiler üzerinde durmaktadırlar.

Ardıç, iki yaklaşımın tamamen birbirinden ayrışık olmadığını, iki yaklaşıma da giren ve girmeyen isimlerin/eserlerin olduğunu söyledi. Weberci anlamda bahsettiği yaklaşımların ikisinin de ideal tipik kurgu olduğunu belirtti. Model oldukları için de gerçeği yüzde yüz yansıtmamaktadırlar. Modernleşme sürecinin iki ana döneme ayrılabileceğini düşünen Ardıç’a göre, 1924 öncesi ve sonrası olarak bunlar ele alınabilir. 1924 öncesindeki İslam-siyaset ilişkisi intibak ve çatışma süreci gibi algılanabilir, 1924 sonrasında olaylar biraz daha karmaşık bir yapıya bürünmektedir.

Oturumun müzakerecisi Zübeyir Nişancı, Ardıç’ın makalesini eleştirel bir şekilde ele aldı. Nişancı öncelikle Ardıç’a katıldığını noktaları belirtti: Avrupa merkezcilik, teleoloji, işlevcilik, oryantalizm, indirgemecilik, ideolojik yaklaşımlar olarak süreci anlamak uygundur. Makaleye genel yaklaşımını ise intibak yaklaşımı üzerinden kurdu. Bunlardan hareketle zihnindeki birkaç noktayı belirtti. Makalenin başlığı sekülerleşmeyle ilgili fakat anlatıda modernleşme ve sekülerleşme daha iç içe geçmiş gibi. Makalede göze çarpan diğer nokta modernizmin, sekülerizmin bir yönü olduğu algısıdır fakat çatışma modernizm üzerinden ele alındığında modernizme muhalefet edilmediği, sekülerizme muhalefet edildiği algısı uyanmaktadır. Bu yüzden Nişancı, modernizm ve sekülerizm kavramlarına bir açıklık getirilmesi ihtiyacının olduğunu belirtti. Ardıç’ın 1924’te sabitlediği modernleşme dönüşümünü kendisinin 1908 yılı olarak gördüğünü söyledi. Bunu da kurumsaldan daha önce fikri olarak yayın serbestisiyle beraber diyalektik bir din sunulmaya başlanmasına bağladı. Burada da dindar kesimde bir değişiklik var mı sorusu üzerinde düşülmesi gerekmektedir. Makalede sekülerleşme daha çok din-siyaset ilişkisi üzerinden tartışılmakta, okurken hem teorik hem de pratik olarak sürecin İslam’da olmadığı düşünülürse, tartışmanın siyaset üzerinden ilerlediği görülmektedir. Problem olarak üzerinde durulan bir nokta da “ayrışma meselesi”dir. Bu yönden bakıldığında Hıristiyanlıktaki gibi bir yaklaşımla sürecin sınırlandırılmaması gerektiğini ifade eden Nişancı, ayrışmanın olmamasının çatışmanın olmadığı anlamına gelmeyeceğini belirtti. Ayrışmadan bağımsız olarak çatışma yaklaşımı olmasa da alternatif yaklaşımlar geliştirebilir miyiz sorusunun sorulabileceğini söyledi.

Makale sekülerleşme okumalarının teleolojik olduğundan bahsetmektedir. Nişancı bu okumayı teleolojinin öznesizleştirme yönü göz önüne alındığında riskli olduğunu belirtti. Sekülerizm öznesizleştirilmekte, ona karşı olan muhalefet de özneleştirilerek marjinalleşmektedir. Burada tabii ve fıtri olana iradeyle karşı çıkma söz konusudur. Nişancı, “Hem sekülerizm hem de karşı taraf tekil ve tümel olarak özneler üzerinden okunabilir mi? O zaman karşılaşılan resim nasıl olur?” soruları üzerine düşünülerek metodolojik bireysellik yapmaktan ziyade aktörlere de bakılması gerektiğinin altını çizdi.

 

[1]    TALİD, “ Türk Sosyoloji Tarihi Sayısı”, Bahar  2008, Sayı: 11, ss. 61-92.

 

EDITOR'S CHOICE

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


FOLLOW US

Add your e-mail address here to be informed about our programs (seminars, symposiums, panels, etc.).