Klasik Türk Edebiyatı Ekseninde Türk-Fars Münasebetleri

Ahmet Kartal

13 Nisan 2012
Değerlendirme:
Turgay Şafak

Sanat Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Klasik Türk Edebiyatı Konuşmaları’nın altıncı oturumu Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden Prof. Dr. Ahmet Kartal’ın katılımıyla gerçekleşti. Konuşmanın başlığı her ne kadar “Klasik Türk Edebiyatı Ekseninde Türk-Fars Münasebetleri” olsa da Kartal, daha çok edebiyat ve klasik edebiyat tanımları merkeze alınarak Türklerin İslam edebiyatı geleneğine, daha çok da Fars şiirine yaptığı katkıları ele aldı.

Konuşmasına milletlerin idamesini sağlayan en önemli unsurun o milletin dili olduğu ve bu bağlamda Türklerin de idamesini sağlayan en önemli unsurun Türkçe olduğunu vurgulayarak başladı. Türklerin dillerine karşı ilgisinin, kullanım ve alakasının onları yok olmaktan kurtardığını belirterek başlayan Kartal, Türklerin çeşitli vesilelerle medeniyetlerini, dinlerini ve alfabelerini değiştirdiğini ama dillerini hiçbir zaman değiştirmediklerini söyledi. Türklerin Türkçeye karşı tutumları her zaman aynı derecede olmamıştır. Türk devletlerinin tarihi göz önünde bulundurulduğunda bazen Türkçe bazen Farsça ve Arapça gibi dillerin daha önplanda olduğu görülecektir. Konuşmasına bu şekilde giriş yapma sebebinin klasik Türk edebiyatına yönelik eleştirilerin ne derece haksız olduğunu ortaya koymak istemesi olduğunu ifade eden Kartal, Türklerin ortaya koyduğu eserlerin kendi hüviyetlerini yansıtmadığı, onların Araplaştığı veya Farslaştığı, Türk hanedanların hakimiyetleri döneminde ortaya konan eserlerin Arapça veya Farsça olduğu ve Türkçe eserin neredeyse hiç olmadığı gibi eleştiriler olduğunu söyledi. Çünkü Türkçe, aynı kültür havzasında bulunduğu diğer kültürlerden bazı kelime ve kavramları ödünç almıştır. Nitekim bugün nasıl İngilizce ve Fransızcadan ödünç kelimeler alınıyorsa eskiden de Arapça ve Farsçadan kelimeler alınmıştır.

Kartal, klasik Türk edebiyatının XIII. yüzyılla başlatıldığını ancak hiçbir edebiyatın kendi kendine aniden ortaya çıkamayacağını, edebiyatın çeşitli süreçlerden belli şartlar oluştuğu zaman ortaya çıktığını belirtti. Bu bağlamda düşünüldüğünde Anadolu’da XIII. yüzyılda oluşmuş olan Türk edebiyatının birden bire ortaya çıkmadığı görülmektedir. Yazılı metinler konusundaki eksikliklerden dolayı klasik Türk edebiyatının en büyük probleminin bizim için henüz yeterince tanınmaması, esrarlı bir şekilde varlığını sürdürdüğü ve o esrar perdesini araladığımızda Anadolu’daki edebiyatın anlaşılabileceğini ortaya koyan Kartal, Anadolu’daki edebiyatı anlamaya da öncelikle Türkistan coğrafyasından başlanması gerektiğini iddia etti.

Klasik edebiyatın çeşitli tariflerinin yapıldığını belirttikten sonra kendisinin de bir tanımı olduğunu dile getiren Kartal: “Müslüman Türklerin Arap ve Fars edebiyatları etkisi altında ve İslam öncesi edebi birikimlerinin bir devamı olarak, kendi zevk ve anlayışlarıyla ilk örneklerini Asya’da Fars diliyle verip İran edebiyatının gelişimine katkıda bulundukları; özellikle XIII. yüzyıldan sonra Türkçenin İslâmî kültür ve edebiyat gelenekleriyle adapte olmasıyla da Osmanlı, Azeri ve Çağatay sahaları merkez olmak üzere yoğun bir biçimde Türk diliyle icra ettikleri, öz ve şekil itibariyle ortak İslâmî değerlere bağlı kalmak kaydıyla vücuda getirdikleri bir edebiyat” şeklinde bir tanım yaptı.

Bu tanımda en dikkat çekici taraf, Kartal’ın bu edebiyatı, bilinenin aksine XIII. yüzyılda başlatmayıp Türklerin hâkim olduğu ve edebi ürünlerin Farsça ve Arapça verildiği döneme götürmesidir.

Konuşmanın en önemli ve ilgi çekici noktalarından biri de Ahmet Kartal’ın Farslılar ve Araplar için bir klasik edebiyattan bahsedilip edilmeyeceğini sorgulaması oldu. Zira Kartal, Arap edebiyatının Cahiliye şiirinden sonra en görkemli döneminin Abbasiler dönemi olduğunu ve bunda da Türklerin başat rol üstlendiklerini iddia etti. Yine aynı şekilde Fars şiirinin de en görkemli döneminin Gazneliler dönemi olduğunu ve tamamen Türk şairler tarafından oluşturulduğunu belirtti. Kartal’a göre bugün klasik edebiyatının da kaynakları arasında sayılan bu iki edebiyat, Türk edebiyatçılar tarafından oluşturulmuştur. Dolayısıyla kaynakları itibariyle aslında Türklere aittir.

Kartal’ın konuşmasında dikkat çeken ve tartışılan bir diğer konu ise Firdevsi’ye ait olduğu iddia edilen Yusuf u Züleyhamesnevisinde, Firdevsi’nin Şehnâme’yi yazmış olmaktan pişmanlık duyduğunun anlaşılıyor olduğuydu. Hâlbuki bu eserin Firdevsi’ye ait olmadığı hem şairin üslubu hem de dönemin üslubu incelenerek reddedilmişti.

İranlı edebiyat araştırmacılarının, milliyetçi yaklaşımlarla Türk asıllı şairleri eleştirdiklerine değinen Kartal, Türklerin neden Farsça veya Arapça edebi ürünler verdiği sorusuna da şu şekilde bir cevap verdi: “Karahanlılar döneminde çok önemli Türkçe eserler verildiği halde Gazne ve Selçuklu döneminde herhangi bir Türkçe eser telif edilmemiş olmasının sebebini Karahanlı hükümdarının Türk olduğu gibi hâkim olduğu tebaanın da Türk olmasına bağlayabiliriz. Zira Gazneliler’in tebaasında Türklerin yanında Farsların da yaşıyor olmasından dolayı eserler Farsça kaleme alınmıştır. Öte yandan Anadolu’da Türklerin nüfus olarak yoğunlaşmasının ardından Türkçe eserler kaleme alınmaya başlanmıştır.”

 

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.