İktisadi Açıdan Türkiye-Ortadoğu İlişkileri

Süleyman Beşli

29 Şubat 2012
Değerlendirme:
Özgür Dikmen

Türkiye’nin bağlarını giderek güçlendirdiği Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerinin önemli bir yönünü de iktisadî faaliyetler oluşturuyor. İktisadî ilişkilerin incelenmesi, gerek Türkiye’nin bölgede artan siyasî etkisine gerekse “Arap Baharı”na ilişkin kapsamlı bir bakış açısı geliştirilmesinde oldukça önemli. Bu noktadan hareketle “Ortadoğu Konuşmaları”nın altıncısında, dış ticaret uzmanı Süleyman Beşli’den Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle iktisadî ilişkilerini konu alan bir konuşma dinledik.

Beşli, geçmişte iktisaden Osmanlı Devleti’ne bağımlı olan Ortadoğu coğrafyasının Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler ve Fransızlar tarafından çizilen suni sınırlar ve kurulan manda yönetimleri sonucu hem kendi içinde yabancılaşmasının hem de
–Türkiye gibi– çevre ülkelerden kopmasının kaçınılmaz iktisadî sonuçlar doğurduğunu dile getirdi. 1920’lerden 1940’lara Lübnan-Mısır ticaretinin 600.000’den 200.000 Mısır lirasına düşmesi örneği üzerinden bölge ülkelerinin birbirlerine yabancılaşmasına işaret etti. Bu ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarının, özellikle de Mısır lideri Cemal Abdünnasır’ın 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirmesinin ardından ticarî ilişkilerin geliştirilmesine yönelik çeşitli çalışmalar yapılsa da bölgenin iktisadî yapısından dolayı bunların başarısızlıkla sonuçlandığını sözlerine ekledi.

Beşli’ye göre bölgede iktisadî ilişkilerin ivme kazanabilmesi için her şeyden evvel mevcut iktisadî yapının geliştirilmesine yönelik devletlerin inisiyatif alması gerekir. Ancak bölgesel siyasî yapı (yarı diktatörlükle yönetilen pretoryen devletler, krallıklar ve demokratik sayılan devletlerin varlığı) ve ülkelerin birbirleriyle olan ilişkileri bunun önünde bir engel. Bu durum, Ortadoğu’nun bölge dışıyla olduğu kadar, bölge içi ticarî ilişkilerini geliştirmesini de olumsuz etkiliyor. Nitekim 2010’da Ortadoğu’nun kendi içindeki ticaret hacmi 189,8 milyar dolarken dünyanın geri kalanıyla yaptığı ticaret 1,7 trilyon dolardı. İkincisi, petrolün 1970’lerde dünya piyasasında önemli bir yer etmesiyle bölge ülkeleri petrol ihraç ve ithal eden ülkeler olarak ikiye ayrıldı. İlk grup “sermaye ihraç eden ülkeler”, ikincisi “emek/işçi ihraç eden ülkeler” haline geldiler ki bu da ciddi dengesizlik faktörlerinden birisi. Bu haliyle piyasalar petrolün fiyat hareketliliğine bağımlı durumda. Bölgenin üçüncü özelliği ise istikrarsızlık ki, bu durum hem bölge ülkeleriyle ve çevre ülkelerle iktisadî ilişkilerin istenen düzeye ulaşmasının hem de yabancı sermaye akışının önünde bir engel.

Bu genel girişin ardından Beşli, Türkiye’nin –gerek dış politika çizgisiyle gerekse küresel ekonomi politikle belirli bir paralellik arz eden– bölge ülkeleriyle iktisadî ilişkilerine geçti. 1980’den sonra Türkiye’nin ithal ikameci politikaları bırakıp neoliberal politikaları ve dışa açık büyüme modelini benimsemesiyle beraber bir ihracat patlaması yaşandı. Petrol fiyatlarındaki hareketlilik Türkiye’nin bölgeyle ticaretini etkileyen önemli bir faktör oldu. 1980’lerin ilk yarısında Ortadoğu’yla ticaret hacminde görülen ciddi artış, 1985’ten itibaren petrol fiyatlarındaki düşüşe paralel olarak giderek azaldı. 2002’den itibaren iç ve dış politikadaki dönüşümle birlikte Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerde ciddi bir patlama yaşandı. 1996’da bölgeye ihracatımız 5 milyar doların altındayken 2011’de 30 milyar dolara yaklaştı.

Türkiye ile bölge ülkelerinin ekonomileri birbirini tamamlayıcı mahiyette. Bölge ülkelerinde temel gelir kaynağı olarak petrol ve doğalgaz öne çıkıyor; Bereketli Hilal dışında bölge tarımsal faaliyetler için pek elverişli değil ve sanayi üretimi sadece Mısır’da nisbi olarak sözkonusu. Gittikçe büyüyen Türkiye ise tarımı ve sanayisi güçlü olsa da Ortadoğu’nun zengin enerji kaynaklarına ihtiyaç duyuyor. Bu haliyle Türkiye’nin iktisadî büyümesini sürdürebilmesi, Beşli’ye göre, Ortadoğu’yla ticarî ilişkilerini geliştirilebilmesine bağlı.

Beşli, AK Parti iktidarıyla birlikte komşularla sıfır sorun ve maksimum işbirliği gibi politikaların devreye girdiğini ve bunun gerek komşularla gerekse bölgeyle ticarî işbirliğini ciddi ölçüde geliştirdiğini 2010 ve 2011 verileri üzerinden ortaya koydu. Vizelerin kaldırılması ve Lübnan, Suriye ve Ürdün’le serbest ticaret anlaşmalarının imzalanması gibi bölgesel işbirliğinin geliştirilmesine yönelik çalışmaları hatırlattı. Beşli bu ve benzeri adımların, her ne kadar son dönemde özellikle Suriye’de yaşanan olaylarla birlikte akamete uğrasa da, önümüzdeki beş-on yılda Türkiye’nin önünü açacağını öngörüyor. Kısa vadede ise Ortadoğu’nun istikrarsızlaşmasının Türkiye açısından ciddi sonuçlar doğurduğunu, ticarî faaliyetlerden yatırımlara, imalattan lojistik sektörüne kadar birçok alanı olumsuz etkilediğini düşünüyor.

Beşli, “Arap Baharı”nın iktisadî etkisini istatistikler üzerinden bizimle paylaştı. Körfez ülkelerinin GSYH’lerine ilişkin istatistiklerde, 2008 ve 2009’da düşüş görülürken petrol fiyatlarındaki yükselişe bağlı olarak 2010 ve 2011’de ciddi bir yükseliş göze çarpıyor. Ancak “Arap Baharı”nı yaşayan ülkelerin çoğunda büyüme negatife geçiyor; Libya ise tamamen yıkılmış durumda olduğundan istatistiklerde yer almıyor bile. 2012 verilerinde de 2011’e kıyasla çok ciddi bir farklılık beklenmiyor. Grafikler bu dönemin galibinin Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olduğunu ortaya koyuyor. Ancak Beşli’ye göre bu ülkelerdeki temel mesele, gelirlerin adil paylaşılmaması; tedbir alınmaması halinde “devrimler” Körfez’e de yansıyabilir ve bu mesele Türkiye’nin bölgeyle iktisadî ilişkilerini derinden etkileyebilir.

 

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.