Rusya Seçimleri: Putinli Yıllara Devam

Muzaffer Şenel, İlyas Kamalov, Vügar İmanov

28 Mart 2012
Değerlendirme:
Abdullah Ayasun

4 Mart’ta yapılan devlet başkanlığı seçimlerinin, Soğuk Savaş’ın üzerinden yirmi yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen post-emperyal sendromu henüz üzerinden atamayan eski süper güç Rusya için normal bir seçimden daha fazla anlam taşıdığı söylenebilir. Hele de küresel ekonomik krizin etkisiyle dünyada ve “Arap Baharı” ile birlikte Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı, buna mukabil Rusya’nın uluslararası sistemdeki konumunu güçlendirmeye çalıştığı bir dönemde... KAM “Avrasya Konuşmaları” toplantı dizisinin dördüncüsünde, Türk Tarih Kurumu Uzmanı ve ORSAM Avrasya Danışmanı İlyas Kamalov’un yanı sıra İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden Vügar İmanov ve Muzaffer Şenel, Rusya’daki devlet başkanlığı seçimlerini ve önümüzdeki döneme muhtemel etkilerini değerlendirdiler.

SSCB’nin yıkılmasından bu yana Rusya’da altıncı devlet başkanlığı seçiminin yapıldığını ifade eden İlyas Kamalov, öncelikle bu seçimlerin ortak özelliklerini sıraladı: (i)Sonuçların önceden belli olması (1996 seçimleri hariç), (ii)katılımın %65-70 civarında seyretmesi (1991 seçimleri hariç), (iii)aynı isimlerin aday olması ve siyasetin aynı kişiler etrafında dönmesi, (iv) seçimlere gittikçe daha az sayıda adayın katılması. Kamalov’a göre, 2012 seçiminin galibi önceden belliydi. Zira Vladimir Putin’in karşısında ciddi bir alternatif yoktu. Adaylardan Adil Rusya Partisi lideri Sergey Mironov, Liberal Demokratik Parti lideri Vladimir Jirinovski ve bir oligark olan bağımsız aday Mikhail Prokhorov zaten Kremlin’e yakın isimlerdi. Tek muhalif aday Komünist Parti lideri Gennadi Zyuganov ise %17 oranında oy alabildi.

Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetlerde hem seçime katılım oranının hem de Putin’e verilen oyların yüksekliği dikkat çekici sonuçlardan biri. Mesela seçime katılım oranı Çeçenistan ve Başkurdistan’da %95’lerde iken Moskova’da %50’nin altındaydı. Yine Putin geçerli oyların Çeçenistan’da %99,7’sini, İnguşetya’da %91’ini, Moskova’da ise %46’sını aldı. Kamalov’a göre bunun iki temel nedeni var: (i)Bu bölgelerde seçime katılımın zorunlu olması, (ii)Kremlin tarafından cezalandırılma korkusu. Vügar İmanov ise bu konuda Rusya’nın siyasî sistemine dikkat çekti: “Cumhuriyet ekonomileri merkeze eklemlenmiş durumda, federal bütçeden pay alıyorlar. Pastadan alınan pay, merkezle olan ilişkinin rengine ve seyrine göre değişebildiği için buralarda yönetime gelme ihtimali yüksek olan aday destekleniyor.”

Kamalov’a göre, Putin’e oy verilmesinin en temel sebebi, insanların Boris Yeltsin dönemine tekrar dönmek istememesi. Putin, halkın gözünde hâlâ bir kurtarıcı, ülkeyi parçalanmaktan kurtaran karizmatik bir lider. Popülerliğinin ve başarısının ardında, onun döneminde maaşların düzgün ödenmesi, işsizlik sorununun kısmen de olsa çözülmesi, cumhuriyetlerin merkeze bağlılığının artırılması, dış borçların ödenmesi ve daha bağımsız bir dış politika takip edilmesi bulunuyor.

Kamalov, Putin’in yeni dönemde nasıl bir iç politika izleyebileceğine dair öngörülerini de paylaştı. Buna göre, (i)Yeltsin döneminde Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetlere verilen hakları 2000’li yıllarda geri almaya başlayan Putin, merkeziyetçi politikasını sürdürecek. (ii)Seçim öncesi vaadine paralel olarak ekonomiyi düzeltmeye çalışacak; ancak bu konudaki başarısı tamamen enerji fiyatlarının seyrine bağlı. (iii)Seçim sürecindeki protestolar, Putin’in artık dokunulmaz olmadığını gösterdi; dolayısıyla demokratikleşme yolunda –daha özgür medya ve barajın düşürülmesi gibi– sınırlı bazı adımların atılması muhtemel. (iv)Din meselesinde gerilime yol açacak çeşitli adımlar atılabilir. Özellikle okullarda din eğitimi meselesi, Moskova ile ona bağlı cumhuriyetleri, Hristiyanlar ile Müslümanları karşı karşıya getirebilir.

Rusya’da zengin bir demokrasi deneyimi ve pratiğinden söz edilemeyeceği vurgusuyla konuşmasına başlayan Vügar İmanovda benzer şekilde Putin’in seçim başarısının sebeplerini sıraladı: (i)Alternatifsizliği, (ii)seçim kampanyasını “halkın adamı” imajı üzerine kurması, (iii)Rusya’da güvenlik bürokrasisi ve eliti olarak adlandırılan zümrenin, yani derin devletin temsilcisi konumunda olması, (iv)kamu imkânlarından sonuna kadar faydalanması, (v)genelde devlet kontrolünde olan medyanın Putin’in başarılarını merkeze alması.

İmanov, Putin’in seçim kampanyasında geliştirdiği söyleme dikkat çekti. Buna göre, sürekli 1990’lar ile 2000’leri kıyaslayarak kendisinin Rusya’yı batmaktan kurtardığını ileri sürdü. Son dönemde belirginleşen ekonomik sorunlara temas etmek yerine dış politika ağırlıklı bir söylem geliştirerek Rusya’ya eski ihtişamını geri kazandırma vaadinde bulundu. Bu bağlamda seçim kampanyasında uluslararası arenada söz sahibi bir Rusya söylemi merkezî bir yer tutarken Avrasya Birliği ise sunulan diğer önemli vaatlerdendi… Putin’in bu Avrasya Birliği projesini İlyas Kamalov gerçekçi bulmuyor. Rus politik mekanizmasında sistemik düzeyde bir dönüşüm ve siyasal kadrolarda bir yenilenme olmadığı müddetçe Putin’in planlarının gerçekleşmeyeceği görüşünde. Kamalov’a göre Putin tarihî bir açmazla karşı karşıya; çevresindeki yakın daireden radikal bir kararla kurtulmadığı takdirde, reformların başarıya ulaşması oldukça zor.

Vladimir Putin ile Dmitri Medvedev arasında halef-selef ilişkisi olsa da İmanov’a göre bir önceki döneme Medvedev dönemi denemez; zira ipler Devlet Başkanı Medvedev’in değil, tamamen Başbakan Putin’in elindeydi. İmanov, Rusya’da liderler değişse de sistemi dönüştüremedikleri görüşünde. Medvedev’in artık tükendiğini, elit içinde etkisi kalmadığını, başbakan olsa bile etkin pozisyonda olamayacağını düşünüyor.

İmanov’a göre yeni dönemde Putin’i bekleyen temel sorunlar şunlar: Tıkanmış olan iktisadî yapı, sistemik bir sorun haline dönüşen yolsuzluk, zengin-fakir uçurumunun artması, işsizlikle mücadele, cumhuriyetlerle siyasî konsolidasyonun sağlanması, demokratik reformların yapılması, sivil toplumun beklentilerinin bir ölçüde karşılanması, hızla yaşlanan nüfus, Slav olmayan nüfusun artması, aşırı milliyetçiliğin yükselişi, eğitimli nüfusun beyin göçü vs.

Devlet başkanlığı seçimlerini AGİT gözlemcisi olarak yerinde takip eden Muzaffer Şenel, konuşmasının başında Rusya’nın dünya topraklarının yedide birini kapsayan devasa bir coğrafyaya sahip olduğunu ve 143 milyon nüfuslu ülkede 110 milyon kayıtlı seçmen bulunduğunu hatırlattı. Seçim usulsüzlüğü iddiaları hakkında özetle şunu söyledi: “Oy kullanımında problem olduğunu zannetmiyorum, asıl mesele oyları kimlerin ve nasıl saydığıydı. Bütün kamu kuruluşlarının ve resmî unsurların Putin için mobilize edildiği bir gerçek. Sandıklarda görevli bir milyon kişinin %80’i devlet memuruydu.”

Şenel’e göre Rusya’da yeni yeni serpilen bir sivil toplumdan söz etmek mümkün. Nitekim seçim öncesi ve sonrasında protesto gösterilerine katılımın nispeten büyüklüğü bunu kanıtlıyor. Bu gösterilere katılanların sosyal tipolojisi irdelendiğinde, üniversite mezunu, dünya ile entegre olan, yolsuzluk, nepotizm, muhalefetsizlik ve sistemin tıkanıklığı karşısında hayal kırıklığına uğrayan yeni bir muhalif nesil karşımıza çıkıyor. Ancak bu kesimin etkisi oldukça sınırlı ve siyasal alanda temsiliyeti zayıf. Öte yandan Putin muhaliflerinin yöneldiği bir adres olan Komünist Parti’ye çoğunlukla yaşlılar oy veriyor; zira kapitalizme sorunlu geçiş, devlet himayesine ve desteğine alışkın yaşlı kesimin sosyoekonomik sorunlarını derinleştirmiş durumda.

Rusya’da halkın ve entelektüel kesimin nabzını tutan Şenel, “Önümüzdeki dönemde Rusya’nın geleceğini ne belirleyecek?” sorusuna verilen cevaplardan hareketle şunları söyledi: “Post-emperyal sendromu yaşayan Rusya, siyasî birliğini, iktisadî kalkınmasını (hammadde ve enerji bağımlı ekonomiden know-how eksenli bir ekonomiye geçiş) ve uluslararası güç konsolidasyonu sağlamak istiyor. Bu anlamda Putin halkın büyük desteğini kazanıyor. Ancak Putin’in bunları ne ölçüde başarabileceği birer soru işareti. Önümüzdeki dönemde içeride daha liberal (kontrollü bir serbestiyet de diyebiliriz), dışarıda ise daha sert bir politika bekliyor Rusya’yı.”

Zamanın su gibi aktığı ve katılımcıların yoğun ilgisine mazhar olan bu toplantı, uzunca bir soru-cevap faslıyla sona erdi. Bu fasıldan özellikle Türkiye-Rusya ilişkilerine dair görüşleri aktarmakta fayda var. Kamalov’a göre Rusya, Orta Asya ve Kafkasya’da Türkiye’nin çok küçük bir adımını dahi kıskançlıkla karşılıyor ve Ankara’yı yeni-Osmanlıcı bir politika izlemekle suçluyor. Mevcut statükonun devamı muhtemel bir krizi önlüyor; ancak Türkiye bu bölgelerde aktif bir siyaset izlerse ilişkiler gerginleşebilir. Öte yandan 2010 ve 2011 yılı Türk-Rus ilişkileri açısından çok önemliydi. Vizelerin kaldırılması, Mersin’deki nükleer santral ihalesinin Ruslara verilmesi ve enerji konusunda ortak projelerin hayata geçirilmesiyle ilişkilerde geri döndürülemez adımlar atıldı. Bunlar mevcut birtakım problemleri ilişkilere zarar vermeden çözme isteğinin de birer işareti.

İlişkileri olumsuz etkileme potansiyeli bulunan füze kalkanı krizi konusunda Kamalov, Malatya’ya NATO radar üssü kurulmasının Rusya’da tedirginlik yarattığını, ancak Rus politikacıların Avrupa ve Amerika’yı çok sert ifadelerle eleştirmelerine karşın, Türkiye’ye yönelik böyle bir dil kullanmadıklarına dikkat çekti. Üssün Rusya tarafından kendisine yönelik bir hamle olarak yorumlandığını belirten Şenel ise bu konuda ilginç bir ayrıntıyı dile getirdi: “Kürecik’teki radar üssü, NATO’nun Rusya ile imzaladığı AKKA Antlaşması sınırları dışında kalıyor. Dolayısıyla Rusya’nın güç dengesinin bozulduğu argümanına karşı Batı, biz antlaşmaya sadık kalarak bunu inşa ediyoruz diyor.”

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.