İbn Sînâ’da Retorik

Abdulkadir Coşkun

31 Aralık 2011
Değerlendirme:
Saliha Kızılkaya

Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisinin Aralık ayındaki son konuğu Dr. Abdulkadir Çoşkun’du. Coşkun, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı’nda 2010 yılında tamamladığı “İbn Sînâ’da Retorik” isimli doktora çalışması çerçevesinde bir sunum yaptı.

Tezin “Retoriğin Antik Yunan’dan İbn Sînâ’ya kadar olan serüveni”, “Bir ikna sanatı olan retoriğin yöntemleri” ve “Retoriğin bilgi-geçerlilik değeri ve faydası” başlığını taşıyan üç ana bölümden oluştuğunu belirten Coşkun, konuşmasına retorik hakkında birtakım genel bilgiler vererek başladı. Aristoteles’in bir mantık sanatı olarak ele aldığı retorik, esasen ahlâk ve siyaseti de kuşatan bir yapıya sahipken, İbn Sînâ’da kıyas teorisinin kendisine uygulanması ile neşvünema bulmuştur. Retoriğin modern dönemde hak ettiği ilgiyi görmemesine mantığın uygulama alanına girmesi ve mantığın beş sanatıyla aynı kaderi paylaşarak İbn Sînâ’dan sonra pek işlenmemesini gerekçe gösteren Coşkun, retorik içerisinde değerlendirilen temsil, analoji ve kıyasın ise fıkıhta kullanıldığını ifade etti.

Coşkun, retoriğin varlık dünyasına gelmesini, Antik Yunan’da ortaya çıkan demokratik anlayışla birlikte “söz”ün aktif bir rol aldığı siyasî hareketlilikle ilişkilendirdi. Bu nedenle klasik retorik, aristokrasi ile uyumlu bir yapı arzetmemiştir.

Aristoteles’in, retorik alanındaki ilk metin olma özelliğine sahip eserinin Paris’te 910 yılına ait Grekçe bir nüshası ve yedinci yüzyılda kaybolmuş Süryanice bir nüshası vardır. Arapça nüshasının daha eski olduğuna dikkat çeken Coşkun, bu metinden yararlanılmamasının Aristoteles’in eserine nüfuz etmede önemli bir eksikliğe neden olduğuna işaret etti. İbn Sînâ’nın bu Arapça nüshayı (Aristoteles’in Retorik’i olarak) temel aldığını vurgulayan Coşkun, İbn Sînâ’nın, klasik retoriği kavramsallaştırma düzeyindeki katkılarıyla zenginleştirdiğini ifade etti.

Konuşmasının devamında çalışmasının ikinci bölümünün konusu olan retoriğin yöntemlerine değinen Coşkun hatib, muhatabve sözden oluşan retorik sanatını teknik ve teknik-olmayan şeklinde ikiye ayırdı. Buna göre, teknik olan, kıyasın kullanıldığı yöntemdir, teknik-olmayan yöntem ise kıyasın kullanılmadığı yasalar ve tanıklıklardır. Tanıklıklar da sözle ve durumla tanıklık olarak ikiye ayrılır ve sözle tanıklık, duyularla tanıklık olarak tanımlanabilir. İbn Sînâ bunlar arasında “sözleşme”, “yemin” ve Aristoteles’in eserlerinde yer almayan “lanetleşme” ve “meydan okuma”yı zikreder. Durumla tanıklık arasında ise “işkence”, Aristoteles’in zikretmediği “ödül verme” ve İbn Sînâ’nın orijinal eserinde yer almayan “zorlama” sayılabilir. Ancak bu sonuncu kategorinin içerisinde, oranı en baskın olan yöntem vücut dilidir ki, bu da yine Aristoteles’in retorik tekniği içerisinde yer almaz.

Kıyasın kullanıldığı teknik yöntemi ele alan Coşkun, bu yöntemde hatibin, muhatabın içinde bulunduğu psikolojik durumu dikkate alarak buna uygun bir söz ifade etmesini vurguladı. Hatibin sözü ve durumu uyumlu olduğunda sözünün daha etkili olması da bu yöntemin içinde değerlendirilir. Coşkun, bu yöntemde kullanılan kıyas tekniği olan entimem’in çeşitleri hakkında bilgi verdikten sonra retoriğin cedel, şiir ve safsata ile ilişkisi üzerinde durdu. İbn Sînâ’nın beş sanatın faydası bakımından değerlendirildiğinde retoriğe hemen burhandan sonra yer vermesinin altını çizen Coşkun, diğer sanatlarla mukayese edildiğinde retoriğin ahlâkî ölçülere en çok riayet edilen alan olduğunu belirtti.

Retoriğin fayda ve değerini ele alan Coşkun, retorik bilginin zanni olduğunu ve diğer beş sanat içerisinde burhan ve cedelden sonra geldiğini ifade ederek retoriğin faydasını psiko-sosyal yapı ile ilişkilendirdi ve İbn Sînâ’nın toplumu burhan, cedel ve retorik ehli olarak sınıflandırdığına dikkat çekti. Coşkun’a göre bu ayırım, daha pratik olması bakımından Aristoteles’in yaptığı aristokratik ayırımdan daha isabetlidir. İbn Sînâ retoriğinin siyasette muhtelif yönetim biçimlerinde ve adâleti sağlamada önemli bir yeri olduğunu vurgulayan Coşkun, eğitimde ise toplumu yetiştirme ve özel eğitim gruplarında teorik konuların anlaşılmasını kolaylaştırma gibi faydalarının bulunduğunu belirtti.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.