Sonbahar ve Türkiye’de Politik Sinema

Özcan Alper

15 Ocak 2009
De­ğer­len­dir­me: Tuba Deniz
 
Sa­nat Araş­tır­ma­la­rı Mer­ke­zi, Ha­yal Per­de­si Si­ne­ma Top­lu­lu­ğu’nun Ocak ayı ko­nu­ğu, Son­ba­har fil­mi­nin yö­net­me­ni Öz­can Al­per’di. Geç­ti­ği­miz yıl bir­çok fes­ti­val­den ödül­le dö­nen ve üze­ri­ne çok­ça ko­nu­şu­lan film­de, Yu­suf ad­lı bir ka­rak­te­rin on yıl kal­dı­ğı ce­za­evin­den sağ­lık ne­den­le­riy­le tah­li­ye edil­dik­ten son­ra mem­le­ke­ti­ne dö­nü­şü ve ya­şa­dık­la­rı ko­nu edi­li­yor. Öz­can Al­per, su­nu­mu­na ken­di­ni ta­nıt­mak­la baş­la­dı; Son­ba­har fil­mi­ni çe­kiş sü­re­ci­ni, fil­min tek­ni­ği­ne ve içe­ri­ği­ne de­ği­ne­rek si­ne­ma­ya na­sıl yak­laş­tı­ğı­nı din­le­yi­ci­ler­le pay­laş­tı.
1974’de Art­vin-Ho­pa’da do­ğan Öz­can Al­per, İs­tan­bul Üni­ver­si­te­si’nde­ki Fi­zik eği­ti­mi­ni ya­rı­da bı­ra­ka­rak ay­nı üni­ver­si­te­nin Bi­lim Ta­ri­hi Bö­lü­mü’nden me­zun olur. Dok­san­la­rın or­ta­sın­da si­ne­may­la il­gi­len­me­ye baş­lar. Bu sü­re içe­ri­sin­de si­ne­ma okul­la­rı­nı, or­tam­la­rı­nı ta­nır. Üni­ver­si­te­ler­de ye­ter­li si­ne­ma eği­ti­mi ve­ril­me­di­ği­ne ka­na­at ge­ti­rin­ce, 1996’da kurs­la­ra ka­tı­lır. Böy­le­ce si­ne­may­la il­gi­li te­mel bil­gi­le­ri edi­nir. Kurs bit­tik­ten son­ra da­ha çok ede­bi­ya­ta yö­ne­lir. Bir te­le­viz­yon­da da ça­lış­ma­ya baş­lar; fa­kat bu sü­re­cin ken­di­si­ni si­ne­ma­dan uzak­laş­tır­dı­ğı­nı gö­rün­ce işi bı­ra­kır.
Ay­nı yıl­lar­da Tür­ki­ye’de İran si­ne­ma­sı­nın et­ki­si gö­rül­mek­te­dir. Nu­ri Bil­ge Cey­lan, Der­viş Za­im gi­bi genç ku­şak yö­net­men­ler Tür­ki­ye’de fark­lı tarz­lar­da film üre­ti­le­bi­le­ce­ği­ni de is­pat­la­mak­ta­dır. Öz­can Al­per de ilk kı­sa fil­mi­ni böy­le bir or­tam­da çe­ker. Mo­mi (Bü­yü­kan­ne), Tür­ki­ye’de çe­ki­len ilk Hem­şin­ce film­dir. Öz­can Al­per, si­ne­ma­da iyi­ce ka­rar kıl­dık­tan son­ra Ye­şim Us­ta­oğ­lu, Se­mir As­lan­yü­rek gi­bi bir­çok yö­net­me­nin fil­min­de 5-6 yıl bo­yun­ca asis­tan­lık ya­par. 2004 iti­ba­rıy­la Son­ba­har’ın se­nar­yo­su­nu yaz­ma­ya baş­lar. Yak­la­şık dört yıl sü­ren bu ça­ba­nın ar­dın­dan fil­mi­ni 2008’de çe­ker. Al­per, fil­min se­nar­yo bit­ti­ğin­de ta­mam­lan­dı­ğı­na ina­nı­yor. Son­ba­har’ı se­nar­yo­yu ka­fa­sın­da ta­mam­la­ma­dan çek­me­me­si­nin ne­de­ni bu.
Yö­net­me­ne su­nu­mu bo­yun­ca ya­pı­lan kat­kı­lar­da ön­ce­lik­le Son­ba­har’a yö­ne­lik be­ğe­ni­ler di­le ge­ti­ril­di. Öz­can Al­per fil­miy­le il­gi­li so­ru­la­ra ce­vap ver­me­den ön­ce Tür­ki­ye’de “po­li­tik si­ne­ma”nın yan­lış an­la­şıl­dı­ğı­na de­ğin­di:
Po­li­tik fil­min ko­nu­su di­rekt po­li­tik bir olay gi­bi al­gı­la­nı­yor. Böy­le olun­ca 12 Ey­lül ile he­sap­laş­ma, sor­gu­la­mak­tan çok, iş­ken­ce ede­bi­ya­tı­na dö­nü­yor. Fil­mim­de mağ­dur ede­bi­ya­tı yap­mak is­te­me­dim. Son­ba­har bu an­lam­da 12 Ey­lül film­le­rin­den ay­rı­lı­yor.
Al­per’e gö­re bu film­ler ger­çek so­run­la­rı te­ğet ge­çi­yor. Zi­ra iş­ken­ce­le­ri gös­ter­me­den, ka­rak­te­rin psi­ko­lo­jik dün­ya­sı­nı an­lat­mak iz­le­yi­ci­de çok da­ha güç­lü bir et­ki uyan­dı­ra­bi­lir. Al­per, bu tav­rın çok da­ha po­li­tik ve sert ol­du­ğu ka­na­atin­de.
Ka­ra­de­niz’de çe­ki­len film­de Al­per, me­kâ­nı, do­ğa­yı na­sıl kul­la­na­ca­ğı­na da­ir çok ka­fa yor­du­ğu­nu an­lat­tı. Film­de Yu­suf bir ‘ce­hen­nem’den, cen­net gi­bi bir do­ğa­nın içi­ne ge­li­yor. Ka­me­ra­nın kul­la­nı­mı, çe­kim tek­ni­ği, kad­raj­da­ki çer­çe­ve­ler, za­man­la, me­kâ­nı da bir ha­pis­ha­ne­ye dö­nüş­tü­rü­yor. Al­per’in bu bi­linç­li tav­rı­nın ar­dın­da taş­ra­ya gü­zel­le­me yap­ma­ma kay­gı­sı da var; zi­ra taş­ra da ken­di için­de han­di­kap­lar ba­rın­dı­rı­yor.
Film­de­ki Yu­suf ka­rak­te­ri­ni yaz­ma­dan ön­ce ce­za­evin­den çı­kan çok sa­yı­da in­sa­nı göz­lem­le­di­ği­ni an­lat­tı Öz­can Al­per. Aç­lık gre­vin­den son­ra nor­mal ha­ya­ta dön­me­ye ça­ba­la­yan ama ba­şa­ra­ma­yan tip­ler… Yö­net­men, ka­rak­te­ri­ni da­ha çok me­lan­ko­lik bir tip ola­rak ta­sar­la­mış. Yu­suf, esa­sın­da hap­se gir­me­den ön­ce de içe dö­nük, ken­di için­de çe­liş­ki­ler ba­rın­dı­ran bi­ri ola­rak çi­zil­miş. Yıl­lar son­ra evi­ne dö­nen Yu­suf’u yal­nız ya­şa­yan an­ne­si kar­şı­lı­yor. Bu an­lam­da film, bi­raz da par­ça­la­nan bir ai­le hi­kâ­ye­si... Film­de ba­ba­yı sa­de­ce fo­toğ­raf­ta gö­rü­yo­ruz ve oğ­lu­na küs ol­du­ğu­nu; öl­me­den ön­ce ce­za­evin­de Yu­suf’u hiç zi­ya­ret et­me­di­ği­ni öğ­re­ni­yo­ruz.
Film­de Yu­suf ko­nuş­mu­yor; ama onun ha­li­ni dı­şa­rı­da­ki ha­yat dil­len­di­ri­yor ade­ta; co­şan dal­ga­lar, yal­nız bir is­ke­le, çev­re­sin­de­ki in­san­la­rın onun­la dert­leş­me­si… Öz­can Al­per, bir ka­rak­ter gi­bi kul­lan­dı­ğı is­ke­le ör­ne­ğiy­le bu ça­ba­sı­nı açık­lı­yor:
İs­ke­le­yi fil­min bü­tü­nün­de bir ka­rak­ter gi­bi ta­sar­la­dım. Yu­suf ki­tap­çı­dan son­ra is­ke­le­yi gör­dü, kız­la ora­da bir ara­ya gel­di ve en son Eka’yı kay­bet­ti­ğin­de yi­ne ora­ya git­ti. İs­ke­le­de­ki dal­ga onu çe­ki­yor san­ki. Dal­ga­lar, Yu­suf’un sis­te­mi kır­ma is­te­ği gi­bi oku­na­bi­lir.
Öz­can Al­per’e yö­nel­ti­len so­ru­lar­da fil­mi­nin da­ha çok umut­suz bir his bı­rak­tı­ğı eleş­ti­ri­si de var­dı. Al­per, fil­min­de­ki hüz­nün iz­le­yi­ci­de umut­suz­luk ola­rak al­gı­lan­dı­ğı­nı dü­şü­nü­yor. Yu­suf’un öl­mek üze­rey­ken bi­le tu­lu­mu inat­la ta­mir et­me­ye ça­lış­ma­sı; kü­çük bir ço­cu­ğa ders­le­rin­de yar­dım­cı ol­ma­sı; her şe­ye sı­fır­dan baş­la­ma umu­duy­la pa­sa­port çı­kar­ma­sı onun ha­ya­ta hâ­lâ sa­rıl­ma­ya ça­lış­tı­ğı­nın da gös­ter­ge­si. Film­de Yu­suf’un sa­de­ce ölüm­le de­ğil, ai­le­si ve ken­di po­li­tik du­ru­şu ile de he­sap­laş­ma­sı gö­ze çar­pı­yor. Ken­di­ni sos­ya­list ola­rak ta­nım­la­yan Öz­can Al­per’e gö­re fil­min­de Tür­ki­ye so­lu­nun ken­di­siy­le he­sap­laş­ma­sı söz ko­nu­su.
Son­ba­har’da Hem­şin­ce di­ya­log­la­ra yer ve­ren yö­net­men, Hem­şin­ce­yi kul­lan­ma­sı­nın bi­linç­li ve po­li­tik bir ta­vır ol­du­ğu­nu da söz­le­ri­ne ek­le­di.
Öz­can Al­per’e gö­re sa­nat ‘kö­tü’yü ele alır­ken bi­le iyi­yi, gü­ze­li an­lat­ma­ya yö­ne­lik­tir; do­la­yı­sıy­la bir sa­nat ese­ri her­ke­se ula­şa­bi­lir, zi­ra her in­san­da iyi­lik ve gü­zel­lik an­la­yı­şı var­dır. Bu se­bep­le fil­mi­ni iz­le­yen köy­lü am­ca­nın da, fel­se­fe­ci bir en­te­lek­tüe­lin de mu­hak­kak bir şey­ler ala­ca­ğı­na ina­nı­yor. İlk fil­min­de olay-ör­gü­sü­nü bu yak­la­şım üze­ri­ne ku­ran Al­per, Aki­ra Ku­ro­sa­wa’yı ör­nek alı­yor: “Onun film­le­rin­den sı­ra­dan in­san da, bir en­te­lek­tü­el de çı­ka­rım­lar­da bu­lu­na­bi­lir.” Öz­can Al­per bun­dan son­ra çe­ke­ce­ği film­ler­de de ay­nı ta­vır için­de ol­ma­ya ni­yet­li gö­rü­nü­yor.

EDITOR'S CHOICE

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


FOLLOW US

Add your e-mail address here to be informed about our programs (seminars, symposiums, panels, etc.).