Mutezile’nin Felsefe Eleştirisi: Harezmli Mutezili İbnü’l-Melâhimî’nin Felsefeye Reddiyesi

Orhan Şener Koloğlu

17 Mart 2012
Değerlendirme:
Salih Günaydın

Tezgâhtakiler toplantı serisinin Mart ayındaki ikinci konuğu, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Orhan Şener Koloğlu’ydu. Koloğlu, 2010 yılında yayımladığı Mu’tezile’nin Felsefe Eleştirisi: Harezmli Mu’tezili İbnü’l-Melahimi’nin Felsefeye Reddiyesiisimli çalışması çerçevesinde, Mutezile’nin son büyük temsilcilerinden olan İbnü’l-Melâhimî’nin (536/1141) felsefeye reddiyesi konulu bir sunum yaptı.

İbnü’l-Melâhimî’nin önemini daha iyi takdir edebilmek için Mihne sonrası Mutezile tarihinin bilinmesinin gerekli olduğunu belirten Koloğlu, sunumuna bu süreci kısaca tasvir ederek başladı: Me’mûn, Mu‘tasım ve Vâsık dönemlerinde (218-234/833-849) halku’l-Kur’ângörüşü ekseninde meydana gelen Mihne sorgulaması akabinde devlet desteğini kaybeden ve itibarı büyük ölçüde zedelenen Mutezile, kendini revizyona tabi tuttu. Bu süreçte, “dış dünyaya (gayrimüslimlere) yönelik olarak geliştirilmiş bir kelam anlayışının, Müslüman bünyeye aynen uygulanamayacağı” sonucuna varan Mutezile, kendi içinde çok sert bir iç mücadeleye girişti. Bunun sonucunda Ebû Hâşim el-Cübbâî (321/933) ile birlikte Behşemiyye çizgisi hâkim söylem olarak tebellür etti. Koloğlu’nun ifadesiyle “Mutezile tarihindeki gelmiş geçmiş en nakilci şahıs” olan Ebu Hâşim, kendi dönemindeki eğilimlere uygun olarak Mutezili sistemi nassa biraz daha yaklaştırdı. Kendisinden bir asır sonra ise Mutezile kelamı içerisinde Behşemiyye çizgisi yegâne söylem olarak kaldı.

Felsefe metinlerinin tercüme edilmesi faaliyetlerinden sonra belirli ölçüde bir etkileşimden bahsetmek mümkün olsa da, Koloğlu’na göre, bu dönemde İslâm felsefesinin henüz entelektüel bir aktör olmaması sebebiyle, sistemleştirme hareketinin son halkası olan Kadı Abdulcebbâr’a kadar gelen dönemde Mutezile felsefeyi ciddiye almamıştı. Koloğlu, böyle bir sahnede son şeklini alan Mutezile kelamının felsefeden olabildiğince uzak bir kelam olduğuna dikkat çekti. Ancak Kadı Abdulcebbâr’ın öğrencisi, meşhur Hanefi fakihi Ebü’l-Hüseyin el-Basrî ile birlikte bu çizgide bir kırılma meydana geldi. Ebü’l-Hüseyin el-Basrî “kelamını felsefe ile kirletmesi” sebebiyle Behşemiyye’den tard edilmişti. Koloğlu’na göre, İbn Sînâ’nın da bu dönemde yaşadığı, hatta Kadı Abdulcebbâr ile mektuplaştığı göz önünde bulundurulduğunda, sözkonusu kırılmanın arkaplanı daha iyi anlaşılacaktır. Bu tarihten sonra Mutezile’nin iki ana damardan devam ettiğini belirten Koloğlu, bir yandan, Ebu Hâşim el-Cübbâî’den gelen ve Kadı Abdulcebbâr’da son şeklini bulan, felsefeden olabildiğince uzak Behşemiyye ekolünü; diğer yandan, Ebü’l-Hüseyin ile ortaya çıkan, gelişmekte olan felsefenin etki alanına giren ya da en azından kelama yeni açılımlar kazandırmada felsefî birikimden istifade etme yoluna giden Hüseyniyye ekolünü zikretti.

Hicri altıncı asrın başlarında, Mutezile’nin varlığını sürdürdüğü Harezm bölgesinde bu iki ekolün canlı olduğunu hatırlatan Koloğlu, Hüseyniyye’ye mensup olan İbnü’l-Melâhimî’nin o dönemde Mutezile’yi temsil eden en büyük kelamcı olduğunu belirtti. Aynı dönemde, İbnü’l-Melâhimî’nin kendisinden tefsir okuduğu ve kendisine kelam okuttuğu Zemahşerî ise Behşemiyye’nin en büyük temsilcisiydi. Koloğlu, yaklaşık bir asır sonra yaşayan ve kelam eseri yazdığı söylenen Necmeddîn ez-Zâhidî dışında, İbnü’l-Melâhimî’yi “son büyük Mutezili” olarak nitelemenin mümkün olduğunu ifade etti.

Koloğlu’na göre, Behşemiyye’ye yönelik herhangi bir tenkit çalışmasının sözkonusu olmayışı, bu grubun zirvede olduğu dönemde felsefenin entelektüel bir aktör olmamasına bağlanabilir. Ancak hicri V. asrın ikinci yarısından itibaren büyük bir nüfuz kazanan felsefenin artık dikkate alınmaması mümkün değildi. Zaten İbnü’l-Melâhimî’den önce de felsefeyi yükselen bir tehlike olarak gören Gazzâlî meşhur Makâsıdu’l-felâsifeve Tehâfütü’l-felâsife’sini, Şehristânî de Musâra‘atu’l-felâsifeadlı eserlerini kaleme almışlardı. Mutezile literatüründe ise Meşşâî felsefeye karşı yazılmış yegâne eserin İbnü’l-Melâhimî tarafından kaleme alınan Tuhfetü’l-mütekellimîn fi’r-redd ale’l-felâsifeadlı eser olduğunu belirten Koloğlu, bu durumu felsefenin zirvede olduğu dönemin Mutezile’nin inkıraza uğradığı döneme tekabül etmesiyle ilişkilendirdi.

Gazzâlî’nin felsefeyi eleştirirken onu bir bütün olarak reddetmediğini, bilakis parçacı bir yaklaşımı benimsediğini söyleyen Koloğlu, İbnü’l-Melâhimî’nin ise, “tipik bir kelamcı bakış açısıyla” (kelamın cedel boyutuna vurgu yaparak) muhalifini, yani felsefeyi olabildiğince kötü göstermeye çalıştığını vurguladı. Ona göre, felsefeyi tamamen küfürle, felsefecileri de kâfir olmakla suçladığı için İbnü’l-Melâhimî’de “Müslüman filozof” kategorisi bulunmamaktadır.

İbnü’l-Melâhimî’nin Tuhfetü’l-mütekellimîn’ini tanıtan Koloğlu, eserin Mutezili kelam sistematiğine göre kaleme alındığını, “usul-i hamse” üst başlıkları altında Mutezile kelamında ele alınan bütün konuların klasik ulûhiyet, nübüvvet ve semiyyat sıralamasına göre tartışıldığını belirtti. Konuşmacı, filozofların herhangi bir görüşü olmadığı konularda dahi İbnü’l-Melâhimî’nin, adını ve eserini hiç zikretmese de, onlardan etkilendiğini düşündüğü Gazzâlî’nin o konudaki görüşünü alarak filozofların görüşü olarak eleştirdiğini söyledi. Koloğlu’ya göre eserin bir diğer özelliği, felsefe eleştirisi geleneğinde en fazla sayıda konuya değinen eser olmasıdır. Koloğlu ayrıca, İbnü’l-Melâhimî’nin eserde Mutezile görüşleri üzerinden filozofları eleştirmekle birlikte, sonucun çıkmaza gireceği yerlerde Sünni görüşleri de kullandığına dikkat çekti.

Koloğlu, İbnü’l-Melâhimî’nin felsefeyi iki temel noktada eleştirdiğini belirtti: Öncelikle, felsefe bütüncül olarak cebri/determinist bir sistemdir. Koloğlu’na göre, bu eleştiri İbnü’l-Melâhimî’nin Mutezili kimliğiyle doğrudan ilişkilidir, zira Mutezili kabul edilen kişilerin ayırdedici özelliği, insanın fiillerinde mutlak hür olduğunu savunmalarıdır. Dolayısıyla bir Mutezili için insanın fiillerindeki hürriyetini zedeleyecek herhangi bir görüşü savunmak, Koloğlu’nun deyişiyle “affolunmaz” bir hatadır. Öte yandan İbnü’l-Melâhimî, felsefeyi bâtınî bir sistem olma noktasında eleştirir: Filozoflar nassın zahirinin avama hitap ettiğini, nassın bâtınına ise kendilerinin muhatap olduklarını iddia ediyorlardı. Bu noktada Koloğlu, İbnü’l-Melâhimî’nin felsefeyi bâtınî bir sistem olarak karakterize etmesini, dönemin Bâtınî tehlikesinden hareketle filozofları gözden düşürmek için yapılmış bir eleştiri olabileceğini belirtti.

Sunumunun son bölümünde İbnü’l-Melâhimî’nin kaynaklarına değinen Koloğlu, onun Gazzâlî’den hiç bahsetmemekle birlikte, Mekâsıdu’l-felâsife’yi görüp bundan istifade etmiş olabileceğini söyledi. İbnü’l-Melâhimî’nin Tehâfütü’l-felâsife’yi görmemiş olabileceğini ifade eden Koloğlu, onun bu eseri görmüş olması durumunda da Gazzâlî’nin Mutezili bakış açısından hem cebri hem de bâtınî olması nedeniyle, filozoflara karşı gerçekten reddiye yazmanın Gazzâlî’nin işi olamayacağı şeklinde değerlendirme yapmış olabileceğini ifade etti.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.